22 Haziran 2014 Pazar

BOBATH- NÖROGELİŞİMSEL TEDAVİ YAKLAŞIMI

SEREBRAL PALSİLİ ÇOCUKLAR İÇİN YAŞAYAN BİR YAKLAŞIM

Bobath-NDT terapisi; fizyoterapist Bertha Bobath ve eşi nörofizyolog doktor Karel Bobath tarafından Londradaki şu anda Bobath merkezi olarak bilinen eski adıyla Western Cerebral Palsy merkezinde ( http://www.bobath.org.uk/ ) geliştirildi. Bu yöntem özellikle Serebral Palsi (SP) teşhisi konmuş nörolojik bozukluğu olan çocukları tedavi sürecinde geliştirildi ve daha sonra inme (hemipleji) geçiren yetişkinlerde de kullanılmaya başlandı. Bobath terapisinin kullanım alanları daha sonra genişletilerek nöromuskuler hastalıkların, özellikle erken (premature) yeni doğanlarda görülen merkezi sinir sisteminin tam gelişmemesi ve diğer gelişimsel bozukların sebep olduğu birçok fonksiyon bozukluğunu tedavi etmek için kullanılmaya başlandı.

Bobath-NDT terapisi 1940 lardan günümüze kadar birçok fazdan geçerek gelişti. Bobath’lar Nörogelişimsel terapiyi  hastalarının tedaviye verdiği yanıta göre sürekli değişen bir yaklaşım olarak tanımlamış ve “yaşayan konsept” adını vermiştir.

Değişikliğe Neden Olmanın Bir Yolu Olarak Duyumsal Uyarı :

Bobath terapisi Merkezi Sinir Sisteminde (MSS) duysal uyarıları değiştirmenin; motor çıkışları değiştirerek SP’li çocuklardaki anormal hareket paternlerini de değiştirdiğini öngörüyor. Bu uyarı fizyoterapistin kullandığı ‘‘handling’’ denilen çeşitli tekniklerle sağlanabilir. Handling (tutus şekilleri); terapistin ellerini çocuk üzerindeki özel noktalar üzerinde kullanarak anahtar kontrol noktalarında  duysal girdi  oluşturmasıdır. Kontrolün anahtar noktaları çocuğun vücudu üzerinde terapi amaçlı handling için seçilmiş özel bölgelerdir. Anahtar noktalar proksimal (omuz kuşağı, gövde, pelvis) ya da distal (eller ve ayaklar) olabilir. Handling ile terapist motor cevabı kolaylaştırarak ortaya çıkmasını sağlar. Handling hareketi kolaylaştırma ve hazırlık için kullanılır. Bu tekniklerin hazırlık aşaması yerçekimine karşı vücut segmentlerinin dizilimini desteklemeyi, kısalmış yapıları uzatmayı ya da mobilize etmeyi (hareketlendirmeyi) içerir. Örneğin; bu teknikler pasif harekette limitasyonu olan yapıların hareketine yardımcı olmak için kullanılabilir. Ayrıca aktif hareketin uyarılması sırasında stabilizasyon için vücut parçalarının postüral dizilimini desteklemede kullanılabilir.

Bu teknikler ya da hazırlayıcı aktivitelerden örnekler :

            *Destek noktasına uygulanan derin basınç destek noktasındaki hareketi başlatmayı ve gergin dokuların hareketliliğini uyarabilir. Bu yardımla SP’li çocuk başaramadığı hareketi kendi kontrolü ile başlatabilir.

            *Derin basınç uygulaması sırasında kısalmış göğüs (pectoral) kaslarını uzatmak kürek kemiğini (scapula) aşağı doğru dönme pozisyonuna doğru hareketlendirebilir. Kürek kemiğinin doğru yöne doğru hareketlenmesi ile uzanma ve yakalama hareketleri kolaylaşır

            * Normal bir nörolojik olgunlaşma sürecinde aktivite için bir kas kasılırken onun zıt hareketini yaptıran kasların da kontrollü olarak kasılıp gevşemesi gerekir. Serebral Palsili bir çocukta bu mekanizma doğru olarak çalışmaz. SP’li çocuk hareketi yapmak isterken doğru kasları doğru zamanda ve kuvvette kasıp-gevşetemediği için ya hareketi başlatamaz ya da bozuk olarak gerçekleştirir. Bobath terapi yaklaşımında ağırlık taşıma sırasında gövdeye yakın bölgelerde sıkı bir duruşun sağlanması için yardım etmek,  eklem çevresinde kasların karşılıklı kontrollü olarak kasılmasına yardımcı olur.         

          *Bir eklemin çevresindeki kasa direkt uygulanan aralıklı basınçlar kontrollü bir duruşu kolaylaştırır.

SADECE BU TEKNİKLERİ UYGULAMAK SEREBRAL PALSİLİ ÇOCUK İÇİN YETERLİ Mİ?

SP’li çocuğumuzu terapi minderi üzerinde çalıştırdıktan sonra yerçekimine karşı bir pozisyona alıp başarabileceği bir aktivite için yönlendirmez isek uygulanan teknik ne kadar başarılı olursa olsun çocuğun bu hareketi aktif olarak öğrenmesi ve günlük yaşantıya adapte etmesi mümkün değildir.

Bu nedenle tutuş teknikleri ile kolaylaştırılan hareketler bir amaca yönelik ve fonksiyonel bir aktiviteyle beraber olmalıdır. Tutuş şekillerinin efektif olabilmesi için fizyoterapist hassas ve dereceli dokunuşlarla çocuğun ihtiyaçlarına yönelik duysal girdi sağlamalıdır.

Başka bir deyişle terapinin etkinliği için çocuğun aktif olarak değişim sürecine dahil olmasının gereklidir.

FİZYOTERAPİ PROGRAMI HER ÇOCUK İÇİN FARKLI OLMALIDIR

Her fırsatta tekrarladığımız her bireyin farklı ve özel olduğu cümlesini göz önünde tutarak acaba Serebral Palsi’li çocuklarımızın farklı özelliklerini  doğru olarak tanımlayabiliyor muyuz?

Serebral Palsili bireyin ihtiyaçları ; yaşa, çevresel koşullara, kişisel özelliklerine, kullandığı yardımcı cihazların uygunluğuna,…. bağlı olarak sürekli değişkenlik gösterir. Bir yaşındaki SP’li bir çocuğun öncelikli ihtiyaçları düzgün bir pozisyonda yemek yemek, oyun oynamak iken okul çağına geldiğinde okul yaşamına katılımını sağlamak için uygun ve güvenli bir oturma aparatı, masa yüksekliğinin ayarlanması, yazma becerisi yeterli değil ise veya çocuk için çok zorlayıcı oluyorsa uygun adaptasyonlar veya bilgisayar kullanmı için uygun vücut kısımlarının kullanılmasının sağlanması, ders aralarında arkadaşları ile bahçeye çıkmasını kolaylaştıracak hareketli bir adaptif cihazın kullanımının öğretilmesi yani özet olarak kapasitesi çerçevesinde diğer insanlara ihtiyaç duymadan toplumsal yaşama katılımının sağlanması için vücut kısımlarının kullanılması olmalıdır.

Ergenlik ile birlikte kas ve kemik uzunluklarının artması, buna bağlı olarak şekil bozukluklarının artması, hormonal değişikliklerle birlikte Serebral Palsi’li bireyin vücut farkındalığının değişmesi ve toplumda kendi kişiliğini ve bedenini algılayış biçimi, yapabildikleri ve yapamadıklarının yaşamına etkileri ile terapideki hedefler de değişiklik göstermelidir.

Bu değişikliklerin farkedilebilmesi ancak SP’li bireye ailesi ile birlikte değişen çevresel koşullara adaptasyonu da göz önüne alınarak yapılacak olan kapsamlı bir FONKSİYONEL DEĞERLENDİRME ve vücut yapılarının analizi ile mümkündür. Sıklıkla karşımıza çıkan durum SP’li çocuklarımızın bir çoğuna detaylı değerlendirilmeler yapılmadan neredeyse birbirinin kopyası fizyoterapi programları uygulanmasıdır.

İşe yarar  bir  terapi programı  fizyoterapistin SP alanında almış olduğu özel eğitimlere ve yeteneklerine,  çocuğun reaksiyonlarını  anlayabilmesine  ve uygun  yanıt  verebilmesine  bağlıdır.

ÇOCUK FİZYOTERAPİSTLERİ SEREBRAL PALSİ KONUSUNDA NASIL ÖZELLEŞİR?

Fizyoterapistler Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi Bölümlerinden 4 yıllık eğitim alarak mezun olurlar.  Mezun olduktan sonra istedikleri alanda (Çocuk, Ortopedi, Sporcu sağlığı, Romatoloji, yoğun Bakım,…) çalışabilirler. Ülkemizde henüz mezuniyet sonrası eğitim zorunluluğu olmadığı için 4 yıllık üniversite mezunu tüm fizyoterapistler Serebral Palsili çocukların fizyoterapilerini yapabilirler.

Mezuniyet sonrası eğitimler zorunlu değildir fakat CFD olarak konuya ilgi duyan Fizyoterapistlere aynı çatı altında toplanarak ortak bir dil oluturmak ve deneyimlerimizi paylaşmak üzere derneğimize üye olmalarını tavsiye etmekteyiz (www.cfd.org.tr)

Ülkemizde Introductory (Bilgilendirici) Bobath-NDT Seminerleri  ilk kez 2001 yılında Almanyadan bir Bobath eğiticisi Heidi Steinbeck ile kişisel girişimim ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü’nün desteğiyle, İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bilim Dalı, Fizyoterapi Ünitesi bünyesinde organize edilmeye başlanmıştır. 2005 yılından itibaren de yine aynı ünitede  8 Haftalık Bobath Konsepti Basic (Temel Eğitim) Kursları düzenlenmiştir.

İlk Basic Bobath Kursunda 18 Fizyoterapist Türkiye’nin ilk Bobath Uygulayıcıları olmuştur. Kursların tekrarı Çocuk Fizyoterapistleri Derneğinin bünyesine alınarak 2012 yılına kadar 5 kez tekrarlanmış ve Türkiyeye 91 Bobath Uygulayıcısı Fizyoterapist kazandırılmıştır. Alman ve Belçikalı ekiplerin ülkemize gelmesi ile gerçekleşen kurslar şu an Belçikalı Bobath eğitmenlerin desteği ile devam etmektedir.

Zaman içerisinde doğan ihtiyaçtan dolayı konseptteki değişimlerin takibi için bu eğitimi almış Fizyoterapistlere yenileme (refresh)  ve özelleşilmiş alnalarda (bebek, yetişkin SP,…) ileri düzey (advance) kurslar yine CFD çatısı altında verilmeye devam etmektedir.

İleri Düzey Bobath kurslarının en sonuncusu 24-28 Kasım 2012 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Sağlık bilimleri Fakültesi Fizik Tedavi bölümünde gerçekleştirilmiştir. Bu kursta Ergen SP’li bireylerde yaşla birlikte gelişen problemler alınarak Belçika’dan bu konuda Bobath uzman eğiticisi Joss de Cat tarafından teorik olarak yeniliklerin paylaşılması ve 5 gün sure ile Ergenlik çağındaki SP’li çocuklarımızın detaylı değerlendirilmesi ve terapi programları yapılmıştır. Daha sonra çocuklarımız tek tek gruba tanıtılarak tüm fizyoterapistlerle tartışılmış ve ailelerle paylaşılmıştır. Çok keyifli geçen kurs sonrası çocuklarımızda gözle görülen değişiklikler ailelerimiz tarafından da ifade edilmiştir.

Bobath konsepti yaşayan bir konsept’tir. Çünkü her zaman çocuk ve aile terapinin odak noktasıdır. Bizler Bobath-NDT Eğitimli Fizyoterapistler olarak onların yaşamını kolaylaştırmak, yeteneklerinin açığa çıkmasını sağlamak ve yaşam kalitelerini yükseltmek için bu alandaki tüm yenilikleri takip etmek durumundayız. İşte tam da bu nedenle Eylül ayında EBTA (The European Bobath Tutors Association (Avrupa Bobath Eğitmenleri Derneği))’nın düzenlemiş olduğu kongreye türkiye’nin ilk Bobath Eğitmenleri olarak (Feride Bilir, Mintaze Kerem Günel) katılarak Avrupadaki değerlendirme ve terapi alanındaki yenilikleri dinleyerek Türkiye deneyimlerimiz paylaştık ve Türkiye olarak SP’li çocuklarda Bobath Terapisi uygulamaları ile ilgili seminer ve kursları organize etmek üzere resmen üye ülke olarak kabul edildik (http://www.bobath-ndt.com/). Bu durumun önemini şöyle vurgulamak isterim ki; Türkiyede Serebral Palsili Çocuklar ve Yetişkinler için Avrupa ve Dünyadaki yenilikleri takip etmek ve kendi deneyimlerini paylaşmak üzere mezuniyet sonrası eğitimlerle fonksiyonel ve kaliteli terapi hizmetleri sağlayabilmektedir.

Türkiye’de düzenlenecek Bobath kurslarının EBTA kurallarına göre, sadece Türkiye Bobath Tutorları tarafından düzenleyebileceği, bunun dışında Serebral Palsili Çocuk ve Bireylere yönelik“Bobath” adı kullanılarak düzenlenecek herhangi bir kursun, EBTA tarafından tanınmayacağı, bu alanda eğitim almış terapistlerin bir çatı altında deneyim ve bilgi paylaşımları yapmasına olanak sağlayarak, ülkemizde de standart bir dil oluşturmak açısından oldukça önemlidir.

Serebral Palsili Çocukları olan aileler olarak terapi yaklaşımının çocuğunuza, ailenize ve çevresel koşullarınıza uygunluğu konusunda tercih hakkınız olduğunu hatırlatarak yazıma burada ara vermek istiyorum.

Farklı deneyimleri daha sonraki sayılarda sizlerle paylaşmak dileğiyle….

Feride BİLİR, Uzm Fzt; Bobath Eğitmeni

Çocuk Fizyoterapistleri Derneği Başkanı

www.cfd.org.tr

İletişim : feridebilir@gmail.com

20 Haziran 2014 Cuma

Çocukların dil becerisi…











Çocukların dil becerisi…

 


Beyin görüntüleme tekniği kullanılarak, henüz 1 yaşında, çocukların dil öğrenme becerisinin öngörülebileceği belirlendi.

ABD’deki Washington Üniversitesi’nden bilim adamlarının yaptığı araştırma, beynin hipokampus ve beyincik bölgelerinin yapısının incelenmesiyle henüz 1 yaşındaki çocukların dil öğrenme becerisinin anlaşılabileceğini ortaya koydu.
Araştırmaya imza atan bilim adamlarından Dilara Deniz Can, çocukluğun, doğum sonrası beyin gelişiminin en önemli dönemi olduğunu, araştırma sonuçlarının beyin yapısının daha sonraki dönemlerde dil becerisiyle bağlantılı bulunduğunu gösterdiğine dikkati çekti.
MR ile 7 aylık 19 erkek ve kız çocuğunun beynini inceleyen bilim adamları, sinir hücrelerinden oluşan beyindeki gri yapılar ile farklı beyin bölgeleri arasında bağlantı kuran beyaz yapıların yoğunluğunu voksel tabanlı morfometri adı verilen bir ölçüm tekniği kullanarak belirledi.

ÇOCUK GELİŞİMİ HAKKINDA HER ŞEY

Araştırmacılar, 5 ay sonra laboratuvarda dil testi yaparak, çocukların anlaşılmaz sözlerini inceledi, çok kullanılan isim ve kelimeleri algılama, farkı sesler üretme becerilerini değerlendirdi.
Beyincik ve hipokampus bölgesindeki gri ve beyaz yapıların yoğunluğunun fazla olduğu çocukların dile daha yatkın olduğu görüldü.
Çocuklarda beynin bazı bölgeleri ile dil becerisi arasında bağlantı bulunduğunu gösteren bu ilk araştırmaya imza atanlardan Patricia Kuhl de bebek beyninin keşfedilmeyi bekleyen sırlarla dolu olduğunu, bu sırların keşfedilmesinin çocukların dili nasıl yetişkinlerden kolay öğrendiğine ışık tutabileceğini vurguladı.
Kuhl ayrıca beynin hangi bölümünün öğrenmenin ilk aşamasıyla bağlantılı olduğunu bilmenin, çocuklarda gelişim bozukluğunun önceden belirlenmesine ve tedaviye yardımcı olabileceğini ifade etti.
Araştırma, ”Brain and Language” (Beyin ve Dil) dergisinde yayımlandı.
BRAIN AND LANGUAGE

 

Yalan söyleyen insanın burnu ısınıyor

 

 

Yalan söylediği zaman burnu uzayan Pinokyo’nun öyküsü aslında tamamen masal sayılmaz. Yalan söyleyen insanın burnu ısınıyor.

Doğruyu söylemeyen insanın yüzünde gerçekten de bir şeyler değişiyor. Granada Üniversitesi bilim insanları, çeşitli duygular ve beden sıcaklığı arasındaki ilişkiyi incelemek için termal kameradan yararlanmış. Katılımcı, yalan söylediği zaman burnunun etrafı ve göz kenarlarının iç kısımları ısınmış.
Tahminlere göre bu beyin bölgesi, sübjektif olarak “doğru” olarak nitelendirdiğimiz duygular sırasında, daha çok etkinleşiyor. İnsula ne kadar etkinleşirse, yani katılımcılar ne kadar doğru konuşurlarsa burnun sıcaklığı o denli az değişmiş.

YALAN SÖYLEMEDEN DURAMIYORUM DİYORSANIZ…

Daha önceki araştırmalardan da yalan söyleyen insanların genelde burunlarını tuttukları biliniyordu. Örneğin Illinois Üniversitesi araştırmacıları Bill Clinton’ın Lewinsky olayında ifade verirken, 26 kez burnunu tuttuğunu ve bunu yalan söylediği zaman yaptığını saptamışlar.
Yalan söylerken beden, burun mukozasını “kabartan” hormonlar üretiyor diyor psikiyatrlar Alan Hirsch ve Charles Wolf. Buna bağlı olarak da burun hafifçe kaşınır ve yalan söyleyenler bu nedenle sık sık ellerini burunlarına götürürler. İspanyollar termal kameralar sayesinde, katılımcıların çok zor zihinsel problemler çözdükleri sırada yüzün soğuduğunu da fark etmiş. Bir panik atak sırasında ise yüz ısınıyor.
Cinsel uyarım esnasında ise hem erkeklerde hem de kadınlarda göğüs ve jenital bölge ısınıyor. Psikologlar öte yandan çeşitli dansların beden sıcaklığı üzerindeki etkisini de incelemişler. Mesela Flamenko sırasında kalçalar soğurken, koltuk altları ısınıyor. Müzik ve hareketler sırasında dansçının yaşadığı duygular ve ruhsal durum önem taşıyor.
CUMHURİYET BİLİM TEKNOLOJİ EKİ
http://www.e-psikiyatri.com/yalan-soyleyen-insanin-burnu-isiniyor-38945

Manyetik Uyarım Tedavisi ( TMU – rTMS )






psikiyatride tedavi yontemleri beyin uyarim teknikleri  Manyetik Uyarım Tedavisi ( TMU   rTMS )

Manyetik Uyarım Tedavisi ( TMU – rTMS )

Son 15 yılda kaydedilen teknolojik ilerlemeler beyinde hücresel elektrik akımını ölçmek ve değiştirmek konusunda bazı cihazların geliştirilmesini sağladı. Bu cihazlardan biri TRANSKRANİYAL MANYETİK UYARIM ( TMU ) sistemidir.


TMU nedir?

TMU’da saçlı kafa derisinin üzerine elektro manyetik bir bobin (coil) yerleştirilir. Kapasitörler de tutulan enerji ile manyetik alan oluşturulur. Bu manyetik alan 100-200 mikro-saniyede artıp azalma özelliğindedir. Bölgesel uygulanır. Dünyayı saran manyetik alanın 40,000 katı yüksekliğindedir. MR görüntülemede uygulanan manyetik alanla aynı şiddettedir. MR’daki manyetik alan statiktir, TMU’da değişkendir.

Elektriksiz Uyarımdır.

Bir tel bobinden akım geçirildiğinde bobine dikey manyetik alan oluşur. Karşı tarafta iletken ortam varsa o bölgede bir akım indüklenir. İndüklenen akım bobindeki akıma paralel fakat ters yöndedir. TMU uygulanmasında, dışarıdan elektrik akımı verilmeden güçlü ama kısa bir manyetik alan oluşturularak beyin aktivitesi değiştirilmekte ve tedavi etkisi oluşmaktadır.

Beyine etkisi nasıldır?

Beyinde hedeflenen alanda “nöronal depolarizasyon” dediğimiz değişim oluşur. Beyindeki hücrelerin elektriksel iletisine müdahale edilmiş olur. Beynin elektriksel ve kimyasal ileti ile çalıştığı düşünülürse beynin yeterli çalışmayan doğal süreçlerini harekete geçirici etkisi olduğu anlaşılır. Dışarıdan elektrik akımı vermeden, güçlü ama kısa bir manyetik alan oluşturarak tedavi etkisini oluşturur.

Elektrokonvülsif terapiden (EKT) farkı nedir?

EKT beyine doğrudan elektrik akımı verilerek uygulanır. Hastane ortamında ve genel anestezi altında yapılması gereklidir. TMU tedavisi ise ayaktan uygulanabilir, anestezi ya da analjezik gerektirmez. Coğu kez hasta hafif baş ağrısı ve uyarım uygulanan yerde hafif bir rahatsızlık dışında herhangi bir olumsuz etki hissetmez.

Seansın süresi ne kadardır?

Hastanın bireysel ihtiyacına göre belirlenir. 5-30 dakika süre ile belirlenen sıklıkta, belirlenen frekans ve şiddette ritmik uygulama yapılır.

Yan etkisi var mıdır?

1985 yılından beri yapılan çalışmalarda hafif baş ağrısı dışında bir yan etkisine rastlanılmamıştır. Avrupa ve Kanada da resmen onaylanmış ve klinik uygulamaya girmiştir. (Tubitak Bilim Teknik, Eylül 2002)

Hangi hastalılarda etkilidir?

Şu anda öncelikle önerilen tedavi alanları; Tedaviye Dirençli Depresyon, Şizofreni ve Obsesif Kompulsif Bozukluk ve Şizofreni ruhsal bozukluklarıdır. Gebelikte, emziren annelerde ve kalp hastalarında kullanılabilmesi, ilaç tedavisine bir üstünlüğü olarak dikkat çekmektedir. (Arch. Gec – Psychiatry. 1999; 56:300-311)

Nörolojide kullanımı nelerdir?

Konuşma Bozuklukları, Epilepsi, Parkinson ve bazı felçlerde şimdilik deneysel amaçlarla kullanılmaktadır. Araştırmalar sürmektedir.

Cocuklarda kullanımı nasıldır?

Otizm ve hiperaktivite’de kullanım ile ilgili bilimsel çalışmalar sürmektedir.

Nasıl uygulanır?

Beynin işlevsel olarak fonksiyonel MRI veya Kantitatif EEG ile görüntülenmesinden sonra uygun görülen alanın belirlenmesi ve o bölgeye uygulanması önerilir. Depresyonda genelde sol ön alın bölgesine bobin yerleştirilir. Ritmik uyarılar verilir. 10-30 dakikalık seanslar halinde 15 seanstan az olmamak üzere uygulanır. Saçların temiz olması dışında bir ön hazırlığa gerek yoktur.
 http://www.e-psikiyatri.com/manyetik-uyarim-tedavisi-tmu-rtms-22517
Tanımtım videosunu sitenin linkinden izleyebilirsiniz....

6 Haziran 2014 Cuma

Otistik spektrum bozukluğu olan çocuklarda risperidonun davranışsal sorunlar üzerine etkisi

 
Otistik spektrum bozuklukları (OSB) sosyal ilişkilerde belirgin bozulmalar,  iletişim sorunları, sınırlı veya tekrarlayıcı davranışlar ile karakterize kronik nöropsikiyatrik bir tablodur. OSB agresyon, hiperaktivite, iritabilite, tekrarlayıcı davranışlar veya sterotipiler, sosyal içe çekilme, iletişim sorunlarının da dahil olduğu birçok davranışsal sorun ile ilişkilidir. 11 Ekim 2006 yılında FDA’nın OSB ile ilişkili iritabilite tedavisinde risperidon kullanımına onay vermesi ile birlikte OSB de görülen davranışsal sorunların tedavisinde psikofarmakolojik yöntemlerin kullanımı gün geçtikçe artmaktadır.
Yazarlar Sharma ve Shaw yaptıkları metaanaliz çalışmalarında PubMed, PsycInfo, MedLine, GoogleScholar, ve OmniMedical arama motorlarında “atipik antipsikotik, risperidon, risperdal, otizm, otistik spektrum bozukluğu, yaygın gelişimsel bozukluk” anahtar kelimelerini kullanarak, 16 açık (open-label), 6 plasebo kontrollü olmak üzere 22 çalışmaya ulaşmışlar. Bu çalışmalarda risperidon kullanana toplam hasta sayısı 608 olarak saptanmış. Veritabanının ortalama1.047 ortalama örneklem ağırlıklı etki büyüklüğü ise 1.108 (SD= 0.18 ) olarak saptanmış. İritabilite ve agresyon gibi özgün davranışsal sorunların değerlendirildiği 11 çalışmada ise ortalama etki büyüklüğü 1.199 , ortalama örneklem ağırlıklı etki büyüklüğü 1.102 (SD= 0.171) olarak saptanmış. Çalışmanın ilginç sonuçlarından biriside açık çalışmalarda ortalama etki büyüklüğü 1.135 olarak bulunurken, plasebo kontrollü çalışmalarda bu oran 1.121 olarak saptanmasıdır.
Çalışmanın gösterdikleri:
  • Risperidon ile ilgili yapıla çalışmaların açık veya plasebo kontrollü olması etki büyüklüğü yönünden belirgin bir farklılık oluşturmamaktadır.
  • Risperidon sıklıkla uzmanlar tarafından davranışsal sorunlarda kullanılmaktadır.
  • Yapılan çalışmaların birçoğunda sıklıkla uygulama başarısı davranışsal sorunlar ve özelliklede iritabilite olarak belirlenmesine rağmen uygulamanın bilişsel işlevler, yaşam kalitesi, ebeveyn tatmini, dil gelişimi gibi farklı alanlar sıklıkla değerlendirilmeye alınmamıştır.
  •  
    Tedavi uygulanımlarında en sık hedef semptom iritabilite olarak belirtilmiş
  • Tedavi süresinin uzaması ile tedavi yanıtı artmaktadır.
  • Risperidon OSB olan çocuklarda davranışsal sorunların tedavisinde etkilidir.
  •  
    Risperidonun en etkili olduğu davranış alanları iritabilite ve saldırgan davranışlardır.


Referans:

Sharma A, Shaw SR. Efficacy of risperidone in managing maladaptive behaviors for children with
autistic spectrum disorder: a meta-analysis. J Pediatr Health Care. 2012 Jul-Aug;26(4):291-9. 
Dr. Genco USTA

MEB’den özel yetenekli çocuğa sahip ailelere klavuz


 MEB'den özel yetenekli çocuğa sahip ailelere klavuz
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), özel yetenekli çocuğa sahip ailelerin, çocuklarının yetenek ve potansiyelini geliştirmeleri ve eğitimlerine yardımcı olmaları amacıyla “Özel Yetenekliler Aile Klavuzu” hazırladı. 
Klavuzda, özel yetenekli çocukların erken dönemde rastlanan özellikleri, “bebeklikte olağandışı ataklık”, “uzun dikkat süresi”, “geniş hayal ve imgeleme gücü”, “uykuya daha az ihtiyaç duyma”, “enerjik olma”, “gelişimsel dönüm noktalarında daha hızlı ilerleme”, “keskin gözlem yapma”, “aşırı merak duyma”, “güçlü bellek”, “erken ve olağan üstü dil gelişimi”, “hızlı öğrenme yeteneği”, “aşırı duyarlılık”, “akıl yürütme ve problem çözme becerisi”, “mükemmeliyetçilik”, “sayılar, bulmacalar ve yap-bozlar ile oyun becerisini geliştirme”, “kitaplara aşırı ilgi duyma”, “soru sorma”, “ilgi alanının oldukça geniş olması”, “gelişmiş mizah duygusu”, “eleştirel düşünebilme”, “icatlar yapabilme”, “aynı anda birkaç işi yapabilme, yoğunlaşabilme”, “yaratıcılık” olarak sıralanırken, bu özelliklerinin tümünün özel yetenekli bir çocukta bulunma zorunluluğunun olmadığı vurgulandı. 
Özel yetenekli çocukların çevresine kolay uyum sağladığı, daha popüler oldukları ve ortalama çocuklardan daha mutlu oldukları şeklinde yanlış düşüncelerin, inanışların bulunduğunun anlatıldığı kılavuzda, “Oysa özel yetenekli çocuklar dışlanmışlık ve yalnızlık riskiyle karşılaşabildikleri kadar aynı zamanda bir yandan kibirli, küstah olarak algılanma, diğer taraftan düşük benlik saygıları nedeniyle düşük başarı elde etme riskiyle de karşı karşıyadırlar” ifadelerine yer verildi. Üstün yeteneğin gelişmesinin, uygun çevresel ortamın ve bu ortamda gerekli eğitimin sağlanması ile mümkün olduğu belirtildi. 
Yüksek farkındalık ve gözlem yetenekleri
Özel yetenekli çocukların yüksek farkındalık ve gözlem yetenekleri sayesinde her yaşta bir takım problemlerin net ve kesin şekilde farkında olduklarına işaret edilen kılavuzda, bu duyarlılıklarının onları aşırı düzeyde kaygı, üzüntü, korku gibi duygular yaşamasına neden olabildiği kaydedildi. Bu gruptaki çocukların zaman zaman “Düşmanlar buraya bomba atar mı? Atom bombası buraya atılırsa ne olur? Evimiz depreme dayanıklı mı? Alış veriş merkezinde kaybolursam beni kaçırırlarsa ne olur? Ben okuldayken sel olursa?” şeklinde sorular sorduğunun aktarıldığı kılavuzda, “Bu çocuklar çok erken yaşta dahi bu noktalardaki hassas tutumları yüzünden kendilerini olumsuz, üzgün ve çaresiz hissedebilirler. Bunun yanı sıra çocuk, aşırı duyarlı tepkiler gösterdiği durumları önemsemeyen kişiler tarafından uyumsuz olarak da değerlendirilebilir” vurgusu yapıldı. 
Kılavuzda, özel yetenekli çocuk sahibi anne-babalar için “iyi dinleyici olmak”, “çocukların tepkilerine duyarlı davranmak”, “gelişim alanlarının aynı hızda gelişmediğine dikkat etmek”, “çocuklarının mükemmeliyetçilik eğilimleriyle başa çıkacak ipuçları”, “harekete dayalı becerilerin geliştirilmesi” başlıklarında öneriler yer aldı. 
Bu öneriler arasındaki “Anne ve baba olarak, özel yetenekli çocuğa yapabileceğiniz en büyük yardım özel yetenekli çocuğun diğerlerinden farklı olmadığını kabul etmek olacaktır. Yalnız onlar çeşitli yönlerden daha şanslıdırlar. Özel yetenekli çocuklarda diğer çocuklara benzediklerinden nasıl diğer çocukların oynamalarına, üstlerini kirletmelerine, eğlenmelerine izin veriliyor, bunları hoş görüyorsak, aynı şeyleri özel yetenekliler için de hoş görmemiz gerekir. Yaşıtından ileri zeka düzeyinde diye 1-2 yaş büyüğünün davranışlarını beklemek doğru olmayacaktır” tavsiyesine yer verildi. 
MEB’in kılavuzunda, özel yetenekli çocukların anne ve babalarının yapması gerekenler, özetle şöyle anlatıldı:
“Çocuklarınızla birlikte etkinlikler yapın, potansiyellerini geliştirmek için fırsatlar oluşturun. Farklı problem çözme stratejileri geliştirmesini teşvik edin. Akıllarına ilk geleni söylemeleri yerine, onların düşünerek hareket etmelerine yardımcı olun. Etkili dinleyin. Beklentilerinizin baskısı altında bırakmayın. Kendisini tanımasına fırsat verin. Alternatifli düşünün. Onları, düşünceleri hakkında düşündürün. Yaptığı işi en güzeliyle yapmasına yardımcı olun. Çocuklarınızın düşünme becerilerini geliştirmek için doğru soru sorma, problem oluşturma konusunda onları yönlendirin. Yeni durumlara eski bilgileri uygulamayı öğretin. Çocuklarınıza bütün duyularını içeren verileri toplamaya yöneltin. Yaratıcı potansiyellerini harekete geçirin.
Çocuğun kendi değer yargılarını oluşturmasına yardım edin. Hobiler edinmesine ve bunları izlemeye teşvik edin.Ona boş zaman ayırmayı ihmal etmeyin. Sizden daha iyi bildiği konularda ona saygı gösterin. Mizah duygusunu desteklemek için çocukla birlikte eğlenin ve gülün. Zaman zaman beraber projeler gerçekleştirin. Yaptığı etkinlikten hoşlandığınızı ve tıpkı onun gibi bu etkinliklere kafa yorduğunuzu ona gösterin.”
Kılavuzda, ailelerin her çocukta olduğu gibi özel yetenekli çocuklarını da kardeşiyle ya da bir başkasıyla kıyaslamamaları gerektiği de kaydedildi. Kılavuzda, “Onun ayrı bir birey olduğunu her zaman hatırlayın. Bu çocukların özelliklerini bilen, anlayışlı, çok yönlü gelişime önem veren, yaratıcı ve sürekli kendisini geliştiren bir sınıf öğretmeni bulmaya çalışın. Size eğitiminin her döneminde destek verebilecek, özel yetenekliler konusunda deneyimli ve kendini sürekli yenileyen bir uzman bulun. Ve en önemlisi böyle bir çocukla yaşamaktan zevk alın” önerileri de yer aldı. 
Velilere “aşırı gurur” uyarısı
Kılavuzda, özel yetenekli çocuğa sahip bazı ailelerde gereksiz bir gurur gelişebileceğinin altı çizilerek, “Anne baba olarak özel yetenekli bir çocuğa sahip olmak muhakkak iyi bir şeydir. Ancak aşırı gurur, çocuğun daha iyi yetişmesini engeller. Anne babada gelişen gurur, zamanla çocuğa da yansımaktadır. Üstünlük duygusu, aşağılık duygusu kadar zararlı olabilir” uyarısı yapıldı. 
Çocuğun zekası ve yeteneğini kullanabileceği, yaratıcılığını ortaya koyan, geliştiren oyun ve etkinlik malzemelerinin alınmasının önerildiği kılavuzda ayrıca, çocuğun fiziksel ve kültürel etkinliklere teşvik edilmesi gerektiği kaydedildi. 
Kılavuzda, “Çocuğun sorduğu sorulara kesin ve net cevaplar verilmeye çalışılmalıdır. Kaçamak, doğru olmayan cevaplardan kaçınılmalıdır. Çocuğunuzun zeka işlevleri ve yetenekleri bakımından normalden farklı olduğu için özel eğitime muhtaç olduğu unutulmamalıdır. Çocuğun ruhsal ve duygusal özellikleri için bir uzmanla her zaman diyalog halinde bulunulmalıdır. Anne-babalar özel yetenekli çocuklarının gelişimlerini desteklemek için mutlaka kendilerini de yenilemeyi ve geliştirmeyi düşünmelidirler” denildi. 
Öğretmenlere öneriler
MEB tarafından hazırlanan “Özel Yetenekliler Aile Klavuzu”nda özel yetenekli olduğu düşünülen öğrencinin, öncelikle okul rehberlik servisine yoksa Rehberlik ve Araştırma Merkezine (RAM) yönlendirmesi gerektiği de kaydedildi. 
Özel yetenekli olduğu zeka testleri ile belgelenen öğrencilerin ikinci plana itilmeden eğitilmeleri gerektiğine işaret edilirken, öğretmenlerin yapmaları gerekenler de özetle şöyle anlatıldı:
“Sınıftaki müfredatı uygularken, bu tür çocukların liderlik özelliklerini tatmin ederek taşkınlık yapmasına yahut büyüklük taslamasına engel olunmalıdır. Ailesiyle irtibata geçilmeli ve müfredattan ayrı olarak çocuğa, düzeyine uygun ek ödevler verilmelidir. Özel yetenekli çocuklar yazı yazmayı pek sevmediklerinden çok fazla yazı ödevi verilmemelidir. Çocuk asla diğer öğrencilerden soyutlanmamalıdır. Özel yetenekli çocukların sayılarla arası iyi olduğundan problem çözmeye yönelik ders veya ödev verilmeli. Ancak bunun dozunu çok hassas belirleyip fazla aşırısına kaçılmamalıdır. Ders müfredatına ek olarak, proje geliştirme gibi yaratıcılık ve zekayı öne çıkarıcı ve geliştirici çalışmalar bütün sınıf düzeyinde yaptırılmalıdır. Öğretmen, kesinlikle çocuğun kendisine ve arkadaşlarına, sahip olduğu yetenekliliği öne çıkararak vurgulama yapmamalıdır. Kıyaslama ve eleştiri sınıf düzeyinde en aza indirilmeye çalışılmalıdır. Özel yetenekli çocuğu ön plana çıkaran çalışmalardan uzak durulmaya çalışılmalıdır. ‘Sen, bu sınıfın en iyisisin’, ‘Sen, en iyisini yaparsın’ şeklinde mükemmeliyetçiliğe yönelik ifadeler kullanmaktan kaçınılmalıdır. Çocuktan beklentiler, diğer arkadaşlarından istenilen düzeyden farklı oluşturulmamalıdır. Aksi takdirde çocuk kendini baskı altında hissedecek ve uyum bozuklukları baş gösterebilecektir.”