27 Nisan 2016 Çarşamba

Alien Hand Syndrome (Yabancı El Sendromu)








Yabancı El Sendromu (YES), kişinin ellerinden birisinin bireyin bilincinden bağımsız, kendi bilinci varmış gibi hareket etmesine sebep olan nörolojik bir hastalıktır. Yani kısaca kişinin iki elinden biri, kontrolsüz olarak hareket eder; ancak bu hareket kasılma, fırlama gibi anlamsız hareketler değildir. Tıpkı beyin kontrolünde, sanki kişi gerçekten isteyerek hareket ettiriyormuş izlenimi verir. Zira gerçekten de elin hareketlerini beynin yarım kürelerinden biri kontrol eder; ancak o yarım kürenin kontrolü kişinin kendisinde değildir. Sendrom, genellikle epilepsi hastalarının semptomlarını rahatlatmak için beynin iki yarım küresinin cerrahi bir operasyon ile ayrıldığı bireylerde gözlenir. Aynı zamanda diğer beyin ameliyatları, inme ya da enfeksiyonlar sonucu oluşabilir. 

Kısaca temel sebebi, elleri kontrol eden Birincil Motor Korteks (Primary Motor Cortex) denen beyin bölgesinin, Premotor Korteks'ten izole olmasıdır. Bu durumda beynin iki yarım küresinin aktif iletişimi kesilir ve bunun sonucunda beynin iki yarım küresinden biri kişinin kendi kontrolünde, diğeri ise "bilinçsiz" olarak çalışır. Bu durum, beynimizi kontrol eden bir "ruh" ya da doğaüstü herhangi bir kontrol mekanizması olmadığını, tamamen sinir ağından oluşan büyük bir organ olan beynimizin bahsedilen tip sorunlar sonucunda basit bir şekilde kontrolü yitirebileceğini göstermektedir. Beyin, organize olarak çalışan sinirler ağıdır ve iletişimi kestiğiniz anda çalışmaya devam edecek; ancak diğer bölgelerle iletişim kuramayacağı için bu tip sorunlar çıkaracaktır. Dolayısıyla beyinde aslında total bir "bilinç" bulunmaz; dolayısıyla insanın da aslında bir "bilinci" yoktur. Sadece beynin bir bütün olarak çalışması, bizim bir bilincimiz varmış gibi hareket etmemize sebep olur. Hastalığı açıklamaya dönelim:

Beynimizin sol yarım küresi, vücudumuzun sağ tarafını kontrol eder. Beynimizin sağ yarım küresi ise, vücudumuzun sol tarafını kontrol eder. Normalde bu iki yarım küre arasında Corpus collosum denen bir köprü vardır ve bu köprü iki yarım kürenin sürekli ve aktif olarak birbiriyle iletişimini sağlar. İşte bu köprü bozulduğu zaman, beyin kürelerinden biri bize sözde "bilincimizi" katarken, diğeri bilinç-dışı olarak çalışmasını sürdürür. Hangi yarım küre sorunluysa, onun aksindeki elimiz kontrolü yitirebilecektir (her zaman olacak diye bir şey yok ama genellikle beynin yarım küreleri ayrıldığında YES görülmektedir).

Bu ilginç hastalık sonucunda kişi istemediği pek çok hareketi yapabilir. Örneğin sol beynimiz "mantık, analitik düşünme, vb." işleri yürütürken sağ beynimiz "duygusal" yanımızı temsil eder. Eğer sağ yarımküre kontrolden çıkarsa duygularımız kontrolümüz dışında işlevlerini sürdürmeye devam eder. Bu durumda sol elimiz mantığımız tarafından baskılanmayan duygularımızı ortaya çıkarmaya başlar. Dolayısıyla örneğin birinden nefret ediyorsanız; ancak onunla bir arada bulunmanız gerekiyorsa (iş sebebiyle örneğin), YES'e sahip bireylerin sol elleri kişiye istemsiz olarak tokat atabilecektir. Çünkü sağ beyin, kişiyi sevmediğimizi bilir ve beyin buna göre davranmayı dikte eder. Normal insanların sol beyni, yani mantıkları, kişinin normalde tokat atmasına engel olur ancak YES durumunda bu sağlanamaz.

Benzer şekilde, kişi eğer depresyona girerse ve sağ beyni ölmek isteği duyarsa, yukarıda gösterildiği gibi el kontrolsüz olarak kişiyi öldürmeye çalışabilecektir.

Bu hastalığın ne yazık ki resmi bir tedavisi yoktur. Genellikle bakıcı ya da doktor kontrolünde, elin kontrolüne sahip beyin yarımk üresinin sakin ve tatminkar tutulmasıyla etkileri azaltılabilir. Örneğin kişi müzikten hoşlanıyorsa (ki sağ beyin bununla ilgilenir) ve sağ beyni kontrol dışındaysa, düzenli olarak kişiyi mutlu eden müzikler dinlenmesi, istemsiz çalışan sol kolun sakin kalmasını sağlayabilir. Yeni yapılan bazı araştırmalar, beynin iki yarısını cerrahi olarak düzgün bir şekilde birbiriyle iletişim kurar hale getirerek bu sorunu çözmeyi hedeflemektedir; ancak kesin bir başarıya ulaşılamamıştır.

Buradaki video, bu sendromun ilginç sonuçlarını göstermektedir.

24 Nisan 2016 Pazar

ÇOCUKLARDA DİL GELİŞİMİ

ÇOCUKLARDA DİL GELİŞİMİ

Çocuklardaki dil gelişiminin normal gidişatını bilmek, gelişim takibi açısından önemlidir. Yine de sağlıklı dil gelişiminde çocuklar arasında bireysel farklılıklar görülebilir.
Yeni doğan bebekler, doğuştan insan sesini tercih ederler. 
Bu nedenle çocuk etraftaki konuşmaları duydukça anadilini 
hızla öğrenir. Bebekler insan sesine bedensel hareketler 
yaparak tepki verirler ve bir aylık oldukları zaman, 
kendiliğinden sesler çıkarırlar, 2-3 aylıkken ise anadilinde
 olmayan, evrensel sesler üretirler. Bu bir imitasyon değildir,
 sağır bebeklerde aynı sesleri çıkarırlar. Ancak altı ay ve
 sonrasında anadilinde olmayan sesler sağır olmayan bebek
 tarafından çıkartılmaz. Sağır bebeklerde ise çıkarılan sesler azalır. Dört ay ve sonrası bebeklerde agulamalar başlar.
 Sonrasındaki evrelerde ise heceleme ve konuşmayla devam eder.
Konuşarak iletişim kurmak insanı diğer canlılardan farklı kılan
 ve insan için en temel fonksiyonlardan biridir. Bebek
biyolojik olarak dil öğrenme ve kullanma yeteneği ile dünya
 ya gelir, ancak dil gelişimi gerçekleşmesi için kendisiyle
 konuşulması gerekmektedir, böylece çocukta anlama ve
 konuşma gerçekleşir. Çocuğun bulunduğu sosyal ortamlar, 
ailenin sosyoekonomik ve kültürel düzeyi ve çocuğun 
oynadığı oyunlar konuşmayı etkiler. Yetişkinler, konuşmaları 
ile çocuklara “model” olurlar. Bu nedenle, yetişkinler doğru 
telaffuz ve düzgün cümleler kullanmalıdırlar. Çocuğun 
söylediği yanlış sözcükler, yetişkinler tarafından sözcüğün 
doğrusunu söyleyerek düzeltilmelidir.

Birçok araştırmalarda kız çocukların dil gelişimlerinin daha 
hızlı olduğu tespit edilmiştir, bunun nedeni kız çocukların
 beyinlerinin sol lobları daha baskın olduğundandır. 
Belirli bir süre içinde, kız ve erkek çocukların dil gelişimleri 
doğal bir şekilde aynı seviyeye gelmektedir.
İşitme sorunu olmayan ve gelişimi normal olan çocukların, dil 
gelişiminin yaşına uygun olmamasının nedenleri ciddi fiziksel
 hastalıklar, duygusal faktörler ya da evdeki koşullar olabilir.
Bütün dünya da çocuklardaki dil gelişi aynı şekilde 
gerçekleşir. Alttaki gelişim şemasında çocuktaki dil gelişimi 
genel olarak sunulmuştur.
YAŞ
DİL GELİŞİMİ
0-6 hafta
Ağlama evresi
İnsan sesine tepki verir. İhtiyaçları için ağlar.
1 ay ve sonrası
İleride konuşmanın alt yapısını oluşturacak bazı sesler çıkarır; o- u gibi.
4 ay ve sonrası
Agulama / babıldama evresi
Hece içeren ve ton yüksekliği değişen sesler, ünlü ve ünsüzleri birlikte çıkarılmaya başlar, Ba-ba, ma-ma, ta-ta, de-de gibi sesler. Çıkarılan sesler ve heceler evrensel ve anadiline özgün değildir.
6 ay ve sonrası
Çağıldama/ heceleme Evresi
Ma-ma-ma-ma gibi tekrar eden heceler olur. Üç heceli kelimeler de olabilir ancak kavram gelişimi başlamamıştır. Çıkan sesler dil kullanımına benzemeye başlar ve kendi ana dilinin vurgulamalarına benzer tonda sesler çıkarır. Kullanılmayan sesler ise giderek yok olur.
8 ay ve sonrası
Sosyal agulamalar ve dil imitasyonları olur.
10-12 ay arası
Agulamalardan gerçek dile geçiş olur.
1 yaş ve sonrası
Tek sözcük evresi / morgem
Bir sözcükle çok şey anlatılmaya çalışır ve farklı anlamlar üretir. Örneğin, çocuğun “su”, demesi “su istiyorum” anlamında kullandığı anlaşılır. Kelime kavram gelişimi olur. Kavrama, sözcük üretiminden önce gelişir.
1.5 yaş ve sonrası
Telgrafik Konuşma evresi (Kelimelerin Birleştirilmesi)
İki kelimeli basit cümle kurulur. İki kelime bir cümle içinde kullanılır ve sözcükler arasında bağlaç kullanılmadan yapılan konuşmalardır; “Anne su”, gibi.
2-3 yaş arası
İlk Gramer Evresi (Cümle yapısını kavrama)
Aşırı /eksik kurallaştırma ve benmerkezci konuşma olur. Sözcüklerin sonuna –yor veya –dı eki getirebilir.
Kelime hazinesi artar, cümlelerde kullanılan kelime sayısı artar.
3-6 yaş arası
Dil gramerini anlar ve gramer yapısı hızla gelişir. Daha fazla kelimelerle cümleler kurabilir. Cümlede isim, fiil ve sıfat gibi yapılar öğrenilir.
5-10 yaş arası
Detaylı ve kompleks (karmaşık) gramer yapısını anlar ve kullanabilir.
Çocukların bir ve beş yaş arası kelime dağarcığı hızla artar. Çocuğun ortalama bildiği kelime miktarı çevresel etkenlere de bağlıdır. Alttaki şema da ortalama verilmiştir.
YAŞ
ORTALAMA KELİME
8 AY
0
10 AY
1
1 YAŞ
13
1 YAŞ; 3 AY
19
1 YAŞ; 6 AY
22
1 YAŞ; 9 AY
118
2 YAŞ
200-300
3 YAŞ
900
5 YAŞ
2000

ÇOCUĞUNUZU “BEN SANA DEMİŞTİM” ŞEKLİNDE UYARMAYIN


Çocuğunuzu gereksiz uyarmayın
BU UYARI ÇOCUKTA SUÇLULUK DUYGUSUNA NEDEN OLUYOR.

Yapılan araştırmalar, bir bebeğin anne karnındaki bütün söylenilenleri duyduğunu ve duyduklarından da olumlu veya olumsuz olarak etkilenebildiğini gösteriyor. İşte, bu nedenle ebeveynleri çocukla iletişimde doğru sözcükleri seçmesi gerekiyor. Hayatımızda bu kadar büyük bir önem taşıyan sözcüklerin, çocuklar büyüdükçe de kullanım şekilleri ve alanları da değişiyor. Bebekken sıklıkla kullandığımız sevgi sözcüklerine ek olarak çocuklar büyüdükçe, kızma ve hatırlatma sözcükleri de hayatımızın içine girmeye başlıyor. Psikolog Dilara Çalışkan, “Anne babalara size nasıl davranılmasını istiyorsanız çocuğunuza da öyle davranın” uyarısında bulunuyor. ÇOCUĞUNUZLA ETKİN VAKİT GEÇİRİN Deneyimlerin, davranışları olumlu veya olumsuz yönde şekillendirdiğini belirten Dilara Çalışkan, çocukların dikkat çekmek için farklı davranışlar içerisinde olabileceğini bu durumda ebeveynlere bazı sorumluluklar düştüğünü söylüyor. Çocuğunuzla etkin vakit geçirin. Tüm gün ebeveynlerinden ayrı kalan bir çocuk, ebeveynlerinin dikkatini çekebilmek için farklı davranışlarda bulunabilir. Bu durumla en iyi başa çıkma yöntemi günde 30-60 dakika arası çocuğunuzla etkin vakit geçirmek olacaktır.

BEN SANA DEMİŞTİM’ DEMEK YERİNE... Derslerinde başarılı olan bir çocuğa sürekli ders çalış uyarısı vermek bir süre sonra çocukta öfke duygusunun oluşmasına neden olabiliyor. Öfkelenen çocuk rutininde ders çalışırken anne- babasına zıt gitmek için ders çalışmayı bırakabiliyor. Çocuğun yaşına uygun sorumluluk ve görev vermek önemli. Yapılan uyarıları çocuklar zaman zaman duymayabiliyor veya gerçekleştirmeyebiliyor. Bunun nedenlerinden biri çocukların hazzı erteleme dürtüsünün yetişkinlerinki kadar kolay olmaması. Psikolog Dilara Çalışkan, ebeveynlerin çocuklarının olumsuz davranışlarda bulunduğunda ‘Ben sana demiştim’ demek yerine, çocuklara koşulsuz sevginin gösterilmesinin daha doğru olacağını belirtiyor. “Ben sana demiştim” hatırlatması çocukta suçluluk duygusu yaratıp, ilerleyen süreçlerde düşünce hataları yaşamasına sebep olabiliyor. Bu yüzden her durumda çocuklara koşulsuz sevgi ve koşulsuz güven duygusunun verilmesi öneriliyor.

TEMEL İHTİYACI KOŞULSUZ SEVGİ Bir çocuğun yaşı ne olursa olsun, temel ihtiyacı koşulsuz sevgidir. Bu nedenle çocuğa yanlışlarını söylerken, onu ne kadar çok sevdiğinizi ve ne olursa olsun sevginizde asla değişiklik olmayacağını çocuğunuza anlatmanız gereklidir diye belirtiyor Dilara Çalışkan ve uyarıyor “Yapmamız gereken şey, çocuğumuzun yapmasını istediğimiz şeyleri, önce kendimizin yapmasıdır.”

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/cocuk/cocuk-psikolojisi/cocugunuzu-ben-sana-demistim-seklinde-uyarmayin_21963.html/3#detail?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url

21 Nisan 2016 Perşembe

Engelli Çocuklar ve Kaynaştırma Eğitimi




 

Doktor Maria Montessori’nin eğitim dünyasına adım atışı engelli çocukların eğitimleri konusunda yaptığı bir denemeyle başlar. Tıp Fakültesinden mezun olurken doktora çalışmasını psikiyatri üzerine yazan Maria Montessori tezini bitirmiş olmasına rağmen Roma’daki akıl hastanesi ile ilişkisini kesmez ve gönüllü asistan olarak ilişkisini sürdürür. Bu ziyaretler sırasında bir odada bulunan bir grup zihinsel engelli çocuğun mahkumlar gibi kapalı tutulmakta olduklarını ve bu çocukların birbirlerinin dışında hiç kimseyi göremediklerini gözlemler.

Çok iyi bir gözlemci olan Maria Montessori bu çocukların deneyime aç olduklarını anlar. Çevrelerinde dokunabilecekleri, hissedebilecekleri ya da ellerini ve gözlerini çalıştırabilecekleri hiçbir şey yoktur. Ona göre bu çocukların, bakımları ile ilgilenen kişilerin hiç bir zaman tahmin bile edemeyecekleri bir gereksinimleri var gibidir. Akılları tamamen kullanılamaz durumda değildir, yalnızca kullanılmamaktadır. Uyaran bulduklarında reaksiyon göstermektedirler.

Hasta ziyaretleri ile hastanedeki ve psikiyatri kliniğindeki iş arasında sürekli o çocukları düşünür; bu arada birkaçını tedavi için kliniğe getirir. Zihin özürlü çocuklar hakkında bulabildiği her şeyi okumaya başlar ve kısa sürede Jean-Marc-Gaspard Itard’ın ve öğrencisi Edouard Séguin’in yapıtlarına ulaşır. Bu sırada bilhassa hem eğitilebilir çocuklar hem de akıl hastanesinden gönderilen zihinsel engelli çocuklarla yaptığı çalışmalarda geliştirdiği materyallerle kendi yöntemlerini geliştirecektir.

Bu çocukların içlerinde okuma yazma öğrenenler olur ve bunlar bir devlet yeterlilik sınavında normal çocuklara yakın bir başarı gösterirler. Bu başarı Montessori’nin “eğitimci” özelliğini de ortaya çıkaracaktır. Ancak Maria Montessori’nin engelli çocuklarla geliştirdiği yöntem kısa bir süre sonra çıkış kaynağı unutularak sadece normal çocuklara uygulanmaya başlanır.

Montessori Eğitimi’nin engelli çocuklara yeniden dönüşü 1968 yılında Münih’te Profesör Theodor Hellbrügge’nin özürlü ve özürlü olmayan çocukların birlikte eğitimini sağlamak konusunda yaptığı araştırmalarda Montessori Eğitiminin bunu temelde olanaklı kılacağını keşfetmesiyle değişir.

1977 yılında Almanya’nın Münih kentinde Mario Montessori’nin açılış konuşmasını yaptığı 18. Enternasyonal Montessori kongresi İlk kez engelli çocukların problemlerini konu eden bir Enternesyonal Montessori Kongresi olarak adlandırılır ve 42 farklı ülkeden gelen 2500 katılımcıyla gerçekleşmiştir.



Ancak Montessori Metodunun engelli çocuklarda uygulanması tarihi Almanya’da biraz daha öncelere dayanır.1960’lı yıllarda Alman Eğitim Kurulu’nun okul öncesi eğitim programlarını yenileme amaçlı çalışmaları için yapılan araştırmalar arasında Münih Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediyatristlerinden Profesör Dr. Theodor Hellbrügge’nin engelli çocukların engelli olmayan yaşıtlarıyla birlikte eğitimini amaçlayan arayışları onu Montessori Pedagojisi ile tanıştıracaktır.

Profesör Hellbrügge, özürlü ve özürlü olmayan çocukların birlikte eğitildikleri ilk Montessori-Anaokulu’nun kuruluşunda, Maria Montessori’nin doğrudan öğrencisi olmuş olan Bayan Margarete Aurin’le karşılaşma şansına sahip olur. Margarete Aurin Münih Çocuk Merkezi’nde – uluslararası Montessori-Eğitimi’nde ilk kez olmak üzere – özürlü ve özürlü olmayan çocuklar için sistematik biçimde ortak bir eğitim uygulamaya başlar. Bir çocuk doktoru olarak Profesör Hellbrügge’ye göre entegre eğitim, özellikle de sosyal pediatri açısından çok farklı bir anlam taşımaktadır. Engelli çocukların bilhassa küçük çocukluk yaşlarında sosyal gelişimleri ve buna bağlı olarak konuşma gelişimleri ancak sıradan yaşıtları arasında gerçekleşebilecektir.

Günümüzde başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde de Montessori okullarının bazılarında kaynaştırma eğitimi uygulanmaktadır. 1995 – 2000 yılları arasında İstanbul’da benzeri bir uygulama bir pilot proje olarak gerçekleştirilmiştir.


http://www.montessori.org.tr/montessori/engelli-cocuklar-ve-kaynastirma-egitimi/

14 Nisan 2016 Perşembe

Bırakın Çocuğunuz Ağlasın...



Bırakın Çocuğunuz Ağlasın...

Victor Hugo derki; "Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?" İnsan için için de ağlar ama o zaman da içine dert bağlar. Dolayısıyla ağlamak çocuk olsun ergen olsun bir davranış bozukluğu değildir. Aksine bir ihtiyaçtır.

Ağlamanın Psikolojik ve Fizyolojik Faydaları

Reem Nöropsikiyatri Merkezin’den Dr. Mehmet Yavuz'un verdiği bilgilere göre, her şeyden önce çocuk olsun ergen olsun ağlamanın, psikolojik olarak rahatlatmasının yanı sıra birçok fizyolojik faydaları da vardır. Ağlamak gözyaşı bezlerini harekete geçirir ve onların kurumalarını önler. Göz cidarlarında bulunan mikro irritanların temizlenmesini sağlar. Ayrıca göz yaşının antibakteriyel özelliği de vardır, gözlerde enfeksiyon oluşmasını ve özellikle bebeklerde çapağın göze zarar vermesini önler. Ağlamak sinir sistemi için çok zararlı bir madde olan mangenez gibi toksik maddelerin ve stres sonucu biriken bazı zararlı maddelerin de vücuttan atılmasını sağlar. Endorfin hormonunun da salgılanmasını sağlar. Endorfin hormonunun iki yararlı etkisi vardır. Biri ağrı kesici etkisi ki, bu etki bilinen en güçlü ağrı kesici madde olan morfinden bile yirmi kat daha fazladır. Diğer etkisi ise endorfinin keyif ve rahatlama vermesidir. Ağlamanın diğer bir hormonal etkisi de çevredeki diğer insanlarda oksitosin hormonunu tetiklemesidir. Böylece ağlama sesi etraftaki insanlarında şefkat duyma ve empati kurma gibi hisleri uyandırır. Oksitosin hormonu en fazla doğum esnasında salgılanır. Bu hormon bir yandan rahim kaslarının harekete geçip doğumu gerçekleştirirken diğer yandan da annenin yeni doğan bebeğine hiç olmadığı kadar sevgi ve şefkat dolu olmasını sağlar.

Ağlamanın Birçok Farklı Sebebi Olabilir

Ağlamak bebeklikte, erken çocuklukta ve çocuklukta farklı farklı yorumlanmalıdır. Bebeklerin seslerini duyurmalarının tek yolu ağlamaktır. Onlar çevreleriyle ancak ağlayarak iletişim kurabilirler. Bebekler sadece aç kaldıkları, altını ıslattıkları ya da gaz problemi yaşadıklarında değil, çeşitli stres faktörleri nedeniylede ağlayabilirler. Örneğin anne-baba uyumsuzlukları, aralarında tartışmalar ya da şiddet gibi faktörler bebeklerde sebepsiz ağlamalara neden olabilir. Dolayısıyla bebeklerde ve küçük çocuklarda görülen ağlama ve öfke nöbetleri bir davranış bozukluğu kategorisinde değerlendirilmemelidir. Bunları çocukların sakin ve sağlıklı kalabilmeleri için başvurdukları bir yöntem olarak düşünülmelidir. Bebekler ve küçük çocuklar kendilerini ağlayarak ifade etmeye çalışırlar. Bu nedenle ebeveynler, altı temiz, aç değil, gazı yok bu çocuk neden ağlıyor? diye endişelenebilirler. Halbuki o bebek biraz önce anne ya da babasının kardeşine gösterdikleri ilgiyi farkedip bu nedenle kendini güvensiz hissetmiş olabilir. Diğer taraftan genelde çocuklar ebeveynlerini manipüle etmek için ağlamazlar. Ancak ebeveynler öyle olduğunu düşünüp şımarıklık olarak değerlendirebilirler. Halbuki çocuklar acı dolu hisleri biriktiğinde, ağlamak için bahane arar ve bulurlar. Daha sonra da sakin rahat ve uyumlu bir şekilde günlerine devam ederler. Ağlayan bir bebeğe önce ağrısı, sancısı, bir ihtiyacı var mı diye bakılmalı, sonra fiziksel temasta bulunarak ona sarılmalıdır. Bu durum bebeğe güvende olduğunu, ebeveyninin her zaman yanında olduğunu hissettirecektir. Sonra da ağlamasını kabullenip sabırla dinlememiz gereklidir. Böyle davranılan çocuklar zamanla ruh sağlığı açısından problemsiz bireyler haline gelirler.

Çocukları Televizyonla Susturmaya Çalışmak Beyin Gelişimlerini Etkiliyor

Bu noktada ebeveynleri uyarmakta yarar var. Kesinlikle ağlayan bir çocuğu televizyon izlesin de sussun diyerek, televizyon karşısına koymayınız. Çünkü dört yaşına kadar çocukların beyin gelişimleri henüz istenilen düzeyde değildir. Televizyondaki akıcı görüntüleri onlar kare kare hızlı geçen fotoğraflar halinde görürler. Böylece beyin kendisini hızlı hareket etmeye ve hızlı düşünmeye programlar ve karşımıza hiperaktif, dikkat eksikliği olan çocuklar çıkar. Çünkü beyin gereğinden fazla hızlı düşündüğü zaman detaylara odaklanamaz. Haliyle öğrenme kapasitesi ve algı düzeyi düşük çocuklar ortaya çıkar. 
Ünlü psikolog Aletha Solter, ağlamanın spor yapmaktan daha iyi olduğunu ama tabi ki her ikisini de yapmamız gerektiğini ifade etmektedir. Eğer çocuk ağlamıyor ancak sürekli mızmızlanıyorsa bu durumda çocuk ya hasta ya da hasta olmak üzeredir. Bebek kendini ağlayacak kadar güvende hissetmiyor olabilir. Belki de henüz ağlayacak kadar malzeme birikmemiştir. 
Dört yaşından sonra çocuklar yavaş yavaş kendilerini ifade etmeye başlarlar. Artık bu yaşlardan sonra ağlamanın sebepleri ve nitelikleri biraz farklılaşır. Eğer dört yaşından büyük bir çocuk ağlıyorsa, ortada düşünülmesi gereken bir durum var demektir.

Çocuklar Ağlayarak Bedenlerinde Biriken Stresi Atarlar

Erken çocuklukta görülen ağlamaların en önemli sebepleri, çocuğun kendini güvensiz hissetmesi ya da bir isteğine kavuşma çabalarıdır. Tutarsız aile ilişkilerinde, huzursuz aile ortamlarında çocuk kendini güvensiz hisseder ve hemen her şeye ağlamaya başlar. Bu bir noktada içinde biriken stresi boşaltma yoludur. Çocuk ağlama ile rahatlamaya ve sakinleşmeye çalışır. Böyle çatışmalı aile ortamlarında olan çocuğa bağırılarak ya da şiddet uygulanarak susturulmaya çalışılması ilerde tarifi mümkün olmayan psikolojik bozukluklara, uzun süreçte madde kullanımı gibi kötü alışkanlıklara yol açabilir. Nitekim uygun aile ortamı sağlandığında çocuğun yavaş yavaş ağlamayı bıraktığı görülecektir.

Çocuklara Ağlayarak İstediği Her Şeyi Elde Edemeyeceği Anlatılmalı

Bazen de çocukların özgür yetişmeleri, özgüveni yüksek bir birey haline gelmeleri için ebeveynlerin yanlış davranışlarını gözlemlemekteyiz. Her istediği yapılan ve sınırsız bir tolerans gösterilen çocuğun doyumsuz ve güvensiz bir ruh hali ile aile ve okul hayatında disiplinsiz davranış tarzları göstereceği açıktır. Çocuk sınırlarını bilmeli bu anlamda aile öğretici ve eğitici bir çaba içerisinde olmalıdır. Eğer çocuk her istediğini ağlayarak elde etme alışkanlığı kazanmış ise ebeveyn ve diğer aile büyükleri ortak bir irade ile bunu çözümlemelidir. Eğer ailedeki tutarsızlığı farkedip, ağlayarak ailenin yumuşayacağını hissederse, isteği er geç yerine gelinceye kadar ağlayacaktır. Bunun için sabırlı olmalı çocuğun birkaç kez ağlama ile bir yere varamayacağının öğretilmesi gerekmektedir. Daha sonra çocuk, isteklerinin yerine gelmesi konusunda daha makul bir yol izleyecek ve aile ile iletişim çabalarına girecektir. 
Çocuk ağladığında "odana git" gibi sert bir şekilde karşılık vermek yerine ona güven veren diyaloga açık bir tavır sergilemeli onu anlama konusunda acele edilmemelidir. Yeterli güven duygusu verildiğinde sıkıntısını dile getirecek ya da ağladığı için rahatlayıp günlük hayatına hiçbir problem yokmuş gibi devam edecektir.

12 Nisan 2016 Salı

Çocuğunuzun zihinsel gelişimini oyunla yükseltin

Çocuğunuzun zihinsel gelişimini oyunla yükseltin


Oyunun çocukların psikolojik gelişimi açısından son derece önemli olduğundan yola çıkan Uzman Psikolog Ayben Ertem Türkiye’de eksikliğini gördüğü terapötik oyunları geliştirdi.


Oyunun çocukların sağlıklı beyin gelişimi için çok önemli olduğunu bilişsel, fiziksel, sosyal ve duygusal sağlıklarına katkı sağladığını, aynı zamanda ebeveynlerin o zaman dilimini tamamıyla çocuklarıyla geçirmeleri için de çok iyi bir fırsat sunduğunu belirten Uzman Psikolog Ayben Ertem, ülkemizde eksiğini gördüğü Terapötik Etkinlikler serisini geliştirdi. 
“Yaklaşık 15 senedir çocuklarla, ailelerle çalışırken yurt dışından getirttiğim ithal Oyunlarla çocukların iç dünyasına girmeye, onları anlamaya ve yardım etmeye çalışıyordum. Oyunların faydası kaçınılmaz ancak yerli üretim oyunlardaki kısıtlılıktan dolayı aileler bana oyun sorduğunda pek bir seçenek yoktu” diyen Uzman Psikolog Ayben Ertem böylece 2015 yılında Ayben ile Terapötik Etkinlikler serisini geliştirmeye başladı. 
Ayben Ertem’in Terapötik Etkinlikler serisi çocukların sosyal, zihinsel gelişimini desteklerken özellikle duygusal gelişimini de desteklemeye önem veren bir seri olarak ortaya çıktı. “Akşam evde herkes bilgisayarını, cep telefonunu alıp bir kenara çekilmesin birbirleriyle oyun oynarken onların duygusal gelişimini desteklerken, aileleriyle de iletişim kurmalarını sağlatmaya çalışıyorum” diyen Ertem, ”sorumluluk takvimi” “duygu kartları”, aile iletişimini destekleyen “Az Lakırtı Bol İletişim” gibi oyunlarını piyasaya sundu. Şu anda 10 olan oyun sayısı artarak sürecek. 
Oyunun, çocuklara hayal güçlerini, el becerilerini, fiziksel, bilişsel ve duygusal dayanıklılıklarını kullanmalarına imkân sağladığını, oyun sayesinde çocukların çok erken yaşlardan itibaren etraflarıyla meşgul olduğunu, dış dünyayla etkileşime geçtiklerini, çocukların, diğer çocuklarla veya onlara bakan, ilgilenen kişilerle oyun oynarken zaman zaman yetişkin rolüne de girerek dış dünyayla baş etmelerine ve korkularını fethetmelerine imkan sağladığını vurgulayan Ertem, oyunun diğer yararlarını da şöyle aktarıyor:  
“Dış dünyayla baş etmeye başladıkça da yeni beceriler geliştirirler ve kendilerine güvenleri gelir ve ileride karşılaşacakları engellerle, zorlu durumlarla baş etmek için güçleri olabilir.  Oyun oynarken çocuklar karar verme becerilerini geliştirirler. Birçok oyunu yetişkinlerle birlikte oynayabilirler ancak özellikle bazı oyunlarda çocuğa bırakmak yerine yetişkin sürekli kontrolde olmak isterse oyunun çocuğa verebileceği birçok faydayı da kaçırmış olurlar. Kurallı oyunlarda bile birlikte oynarken yetişkin çocuğa kuralları hatırlatıp birlikte oyun oynamanın zevkine varmalı. Birçok oyun çocuğun yaratıcılığını, grup çalışması becerilerini, liderlik becerilerini sağlıklı bir şekilde geliştirmeye yöneliktir. Bu tür oyunlarda yetişkinlikler oyunu yönetmek yerine rehber olmalıdır. Oyun sırasında çocuklar sosyal becerilerini ve duygusal olgunluklarını geliştirirler. Birçok yayına göre çocukların akranları ve yetişkinlerle olan sağlıklı etkileşimi okul başarısında önemli rol oynar. Oyun, sosyal gelişim ve duygusal olgunluk için hayati derecede önemlidir. …mış gibi yapmak, rol yapmak, hikaye anlatmak duyguları ifade etmek, dışa vurmak kadar duygularıyla baş etmeyi öğrenmek için de çok önemlidir. Yurt dışında birçok kart oyunu, kutu oyunu buna imkân sağlayabiliyor.” 
Uzman psikolog Ayben Ertem deneyimlerinden yola çıkarak geliştirdiği Ayben ile Terapötik Etkinlikler serisinin çocuklara sağlamayı hedeflediği faydalarını ise şöyle sıralıyor: 
- Beklemeyi, sabretmeyi öğrenmelerine katkı sağlayacak,
- Öfkenin de bir duygu olduğunu ancak doğru ifade etmeleri gerektiğini anlayacaklar,
- Endişelerini, kaygılarını nasıl ifade edeceklerini, kendilerini nasıl rahatlatacaklarını öğrenecekler,
- İşitsel ve görsel dikkatlerini, hafıza süreçlerini güçlendirecekler,
- Sözel becerilerini ve kelime haznelerini arttıracaklar ve bir yandan da müthiş eğlenecekler. 
Çocukların duygusal gelişimlerinin son derece önemli olduğunun altını çizen Ertem, “Ailede kayıp yaşayan çocuklar oluyor.. Ya da uzun süreli hastalıklar oluyor ve arkasından vefat ediyor aile bireyleri... Bu süreçte aile çocuklarla ne yapacağı, nasıl konuşacağı konusunda kararsız kalıyor ve bir yandan da kendi üzüntüleri, yas süreçleri oluyor, çocuklar kendi kendilerine kalıyorlar. Bir taraftan da anne babası ayrılan iki ayrı evi olan çocuklar var. Bu tür durumlarda oynayabilecekleri oyunlar, kitaplar geliştiriyoruz. Kart ve kutu oyunlarını, tablet ve bilgisayar ortamında da geliştiriyoruz. Çocukların günde bir saatten fazla bilgisayar ve tabletle oynamalarını tavsiye etmiyoruz ve oynayacakları zaman da en azından sosyal, bilişsel ve duygusal gelişimlerine katkı sağlayan oyunlar oynasınlar istiyoruz. Hem çocukların sosyal, duygusal gelişimine katkı sağlayacak, hem de ebeveynlerin de izleyip kendilerine birçok şey katacakları bir çizgi film projesini hazırladık. Önemli bir kanalla görüşmemiz devam ediyor. Bütün bunların hepsini bir arada yaptığımızda çocuklarda, ebeveynlerde kalıcı olumlu gelişmeler yaratmayı umuyorum. Bizler için bir tek çocuğu, bir aileyi değiştirmek bile çok önemli...” diyor. 
Uzman Psikolog Ayben Ertem
http://www.milliyet.com.tr/cocugunuzun-zihinsel-gelisimini-pembenar-detay-cocuk-2225242/

10 Nisan 2016 Pazar

Ataksi



Ataksi Nedir :
Ataksi bir belirtidir, özel bir hastalık ya da tanıyı ifade etmez. Beceriksizlik ya da koordinasyon (birbirine göre ayarlama) kaybı demektir. Ataksi parmakları, elleri, kolları, bacakları, gövdeyi, konuşmayı, yürümeyi ya da göz hareketlerini etkileyebilir. Bu koordinasyon kaybı çeşitli tıbbi ve nörolojik durumlara bağlı olarak gelişebilir; bu nedenle ataksili bir hastanın bu belirtisinin altında yatan nedenin öğrenilmesi ve tedavi planının yapılabilmesi için hekime başvurması çok önemlidir.
Ataksi Nedenleri:
Ataksi sıklıkla beynin “koordinasyon merkezi” olarak bilinen serebellumun (beyincik) işlev kaybına bağlı olarak gelişir. Serebellum başın arka ve alt bölümünde yerleşmiştir. Serebellumun sağ tarafı vücudun sağ tarafınının koordinasyonunu kontrol ederken, sol tarafı da sol vücut yarısının koordinasyonunu kontrol eder. Serebellumun orta kısmı yürüme gibi
karmaşık hareketlerin koordinasyonunda rol alır. Serebellumun diğer kısımları göz hare ketleri, konuşma ve yutmanın koordinasyonuna yardımcı olur. Ataksi ayrıca serebelluma giren ve serebellumdan çıkan sinir yolaklarının işlev bozukluklarından da kaynaklanabilir.
A. Ani Başlangıçlı Ataksiye Neden Olan Durumlar:
1. Kafa travması
2. İnme
3. Beyin kanaması
4. İnfeksiyon hastalıkları (serebellumu etkileyen viral enfeksiyonlar)
5.İlaçlar ya da toksik maddeler (alkol, epilepsi ilaçları vs)
6. Anoksi (kalp ya da solunum durmasına bağlı kan oksijen yetersizliği) sonrası
B. Yavaş Gelişen Ataksiye Neden Olan Durumlar:
1. Hipotiroidizm (tiroid bezinin yetersiz çalışması)
2. Vitamin eksiklikleri (E, vitaminleri)
3. Bazı ilaçlar ve toksinlere maruz kalma (ağır metaller, epilepsi ilaçları, uzun süreli alkole maruz kalma, bazı kanser ilaçları)
4. Birtakım kanser türlerine (yumurtalık, akciğer gibi) bağlı dolaylı olarak
5. Doğuştan gelen anormallikler (beynin arka kısmının anormal oluşumu)
6. Multipl skleroz (MS)
 7. Kalıtsal hastalıklar
8. İdiyopatik (nedeni bilinmeyen) serebellum hastalıkları
Kalıtsal (Doğuştan) Ataksi Çeşitleri :
Kalıtsal ataksiler genetiktir, yani kişinin yaşamının başlangıcından itibaren var olan bir gen anormalliğine bağlıdır. Herkes küçük yanlışlıklar ve değişkenlikler içeren genlere sahiptir ancak bunların çoğu hastalıklara neden olmazlar. Nadiren bu değişkenlikler ataksilerin de dahil olduğu birtakım hastalıkları doğururlar. Gen anormalliği bir hastalığa ne den olduğunda mutasyon adını alır.
Kalıtsal ataksiler baskın olarak (dominant) kalıtılan ve çekinik (resesif) olarak kalıtılan ataksiler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Dominant kalıtımlı formlarda ebeveynden birinin hastalık genini taşıması durumunda doğacak çocukların hastalığa sahip olma ihtimali %50’dir. Kadınlar ve erkekler eşit oranda etkilenir. Günümüzde 28 çeşit dominant ataksi formu (spinoserebellar ataksi 1-28) bilinmektedir. Resesif kalıtımda hastalığın ortaya çıkması için her iki ebevenynin de hastalık genini taşıması gerekir. Bu durumda doğacak çocukların hastalığa sahip olma ihtimali %25’tir. Resesif ataksilerden en iyi bilineni
Friedreich Ataksisi adıyla anılır. Ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda olması nedeniyle sık görülür. Bu kalıtsal ataksi formlarının bir çoğunda ataksiye ilaveten çeşitli sistemik ve nörolojik belirti ve bulgular (kalp, iskelet bozuklukları, kuvvet ve duyu, görme, işitme bozuklukları ve bunama gibi) görülür. Ülkemizde çeşitli merkezlerde kalıtsal ataksilerin önemli bir kısmının genetik tanısı konabilmektedir. Ayrıca ilave bulgular, hastalığın başlangıç yaşı, seyrine bakılarak genetik form hakkında birtakım ipuçları yakalanabilir.
Tanı:
Bir hasta, ataksi belirtisi ile başvurduğunda hekim öncelikle bunun nedenini anlamaya çalışır. Bunu yaparken öncelikle hastaya ataksinin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını, kötüleşen mi yoksa durağan bir seyir mi izlediği, eşlik eden belirtilerin neler olduğu gibi sorular sorar. Ataksi değerlendirmesinin en önemli kısmı ayrıntılı bir nörolojik muayenedir. Hekim böylece ataksinin serebellumdan mı, ilişkili yolaklarından mı yoksa sinir sisteminin başka bölümlerindeki anormalliklerden mi kaynaklandığını belirler. Kan testleri (genel analizlerin yanında vitamin E, B 1 2 düzeyleri gibi gerekli diğer analizler) ataksiye neden olan ve tedavi edilebilen birtakım hastalıkların dışlanmasında önemlidir. Ayrıca bilgisayarlı beyin tomografisi, manyetik rezonans görüntüleme gibi detaylı görüntüleme yöntemleri, özellikle kalıtsal hastalıklara yönelik birtakım genetik testler tanının konmasına yardımcı olan ileri tetkiklerdir.
Tedavi:
Ataksi belirtisini özel olarak tedavi eden herhangi bir ilaç yoktur. Eğer ataksi bir inme, bir vitamin eksikliği ya da toksik ilaç ya da kimyasal maruz kalma gibi geri döndürülebilir nedenlere bağlıysa tedavi uygun şekilde edilebilir. Ancak çoğu kez genetik nedenli ataksilerde olduğu gibi henüz ilaçla veya başka yöntemlerle etkin bir tedavi yoktur. Bu nedenle ataksinin tedavisinde hedefe yönelik özelleşmiş fizyoterapi çok önemli bir yere sahiptir. Ayrıca yürüme bozukluğu olan hastalarda bağımsız hareket etmeyi sağlamak için baston, yürüteç ya da tekerlekli sandalye; el ve kol koordinasyonu bozuk hastalarda yazma, beslenme ve öz bakım için özel aletler ve konuşması etkilenen hastalarda iletişim aletleri yaşam kalitesinin arttırılmasına önemli katkılar sağlar. Kalıtsal ya da nedeni bilinmeyen ataksi formlarına sahip hastaların çoğunda ataksiye ilaveten başka belirtiler de bulunur. Titreme, kaslarda sertlik, depresyon, spastisite ve uyku bozuklukları bunlardan birkaçıdır ve bu ilave belirtilerin de tedavi edilmesi hastalar açısından büyük önem taşır.

http://www.sanal-hastane.com/

7 Nisan 2016 Perşembe

ÇOCUĞUNUZUN ZEKASINI 10 ADIMDA ARTIRIN!

Kitap okuma
ZEKANIN GELİŞTİRİLEBİLDİĞİ VE YETENEKLERİN ARTIRILABİLDİĞİ ÇOK DEĞERLİ BİR DÖNEM!


Çocukluk dönemi zekanın geliştirilebildiği ve yeteneklerin artırılabildiği çok değerli bir dönem. Peki ama neler yapılabilir? Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül, 10 adımda çocuğunuzun zekasını artırabilmenin yollarını anlattı. Pek çok anne baba, çocuklarının zekasını hangi yollarla ve ne kadar geliştirebileceklerini, çocukluk döneminde neler yapılması gerektiğini merak ediyor. Zeka, bireyin doğuştan sahip olduğu, genetik olarak kuşaktan kuşağa geçen ve sinir sisteminin işlevlerini kapsayan; deneyim, öğrenme ve çevre etkisiyle biçimlenen bir bileşim. Tanımdan da anlaşılacağı gibi zeka söz konusu olduğunda gen ve çevre şartları yüzde ellişer orana sahip. Yani yüzde 50 genetik yapı, yüzde 50 de sizin onu nasıl yetiştireceğiniz ve nasıl ortam sunacağınız çocuğunuzun zeka gelişimindeki belirleyici faktörler.
1-PLANLI VE BİLİNÇLİ HAMİLELİK Yetişkin olduktan sonra bazı yeteneklerin geliştirilmesi son derece zor oluyor. Çocukluk döneminde bu potansiyelin geliştirilmesinin ilk basamağı ise annenin hamilelik dönemi! Planlı bir hamilelik kadar, anne adayının hamilelik sürecini bilinçli bir şekilde geçirmesi; psikolojik olarak anneliğe hazır olmasının yanı sıra; sigara, alkol ve madde kullanmaması, psikiyatrik bir rahatsızlığının bulunmaması, eşinden destek görüyor olması çok önemli.

2-UYARAN ZENGİNLİĞİ Bebekler doğduktan sonraki zeka potansiyelini artırıcı en önemli faktör uyaran zenginliği. Uyaranların fazla olması, bebek beynindeki sinaptik bağlantılarını artırıyor. Uyaran yönünden zengin bir çevre sunmak ise başta annenin bebekle göz teması kurması, onunla konuşması, oynaması ile gerçekleşiyor. Gerçekten ilgilenilen bir bebeğin çevreye olan duyarlılığı ve dolasıyla da öğrenme yolları artıyor. 
3-ANNE SÜTÜ Anne sütünün zekayı artırdığı bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda. Yapılan çalışmalar anne sütü ile beslenen bebeklerin daha zeki ve yetenekli olduklarını, daha iyi gelişim gösterdiklerini ve zeka puanlarının da daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. 
4-OMEGADAN ZENGİN BESLENME Çocukluk döneminde ceviz, balık, bakliyat gibi yiyeceklerin zeka üzerinde olumlu etkisi bulunuyor. Çocuk beslenmesinde bunlara yer vermek önemli. Çocukların abur cubur diye tabir edilen bisküvi, gofret, şekerli yiyecekler ve fast-food tarzı beslenmeden uzak durması, sağlıklı ve dengeli beslenmelerine önem verilmesi gerekiyor.
5-SOSYALLEŞME OLANAKLARININ ARTMASI Çocuklar, büyükleri modelleyerek ve akran etkileşimi ile öğrenirler. Küçük yaşlardan itibaren sosyalleşmesi sağlanan çocukların zeka ve dil becerileri daha yüksek oluyor.
 6-KİTAP OKUMA Bebeklikten itibaren kitap okunan çocukların yine zeka ve dil becerilerinin daha iyi olduğu, daha uzun cümleler kurabildikleri ve kendilerini daha iyi ifade edebildikleri biliniyor. Bu nedenle doğduğu günden itibaren bebeğinize yumuşak, tatlı bir ses tonuyla masallar anlatın, kitap okuyun. Her yaptığınız şeyi ona sözel ifade edin, gözlerinin içine bakıp gülümseyerek onunla konuşun.
7-SPOR VE HAREKET Spor ve hareket, beyindeki sinaptik bağlantıların gelişimi üzerinde çok önemli bir etkiye sahip. Çocukları küçük yaşlardan itibaren spora yönlendirmek okul dönemindeki zeka puanlarını artırıyor. Serbest hareket etmesine izin verilen örneğin parka götürülen, rahatça oynayabilen çocuklar da gelişim açısından daha iyi ilerleyebiliyor. 
8-ZEKA OYUNLARI, BULMACALAR Çocukluktan itibaren hem ince motor faaliyetleri destekleyici hem de hafıza güçlendirici etkinliklere verilen önem büyük fayda sağlıyor. Bebeklik döneminde tahta küpler, yap bozlar, çocukluk döneminde eşleştirme kartları, kitap okuyup sonra çocuğa anlattırma, bilmeceler ve eşleştirme gibi oyunlar çocukların zeka potansiyellerini artırıyor.

9-MÜZİK Hamilelikte müzik gerçekten zekayı artırıyor mu hala tartışıladursun, müzik dinlemenin çocuklar üzerinde hem alıcı dil becerilerinin gelişmesi hem de ritim duygusunun oluşması için önemi büyük. Yine bir müzik aleti çalabilmenin de zeka puanlarını artırıcı etkisi olduğu biliniyor. 
10-DUYGUSAL ZEKAYA DA ÖNEM VERMEK Çok zeki ama topluma adapte olamayan ya da psikolojik açıdan uyumsuz çocuklar yetiştirmemeye de gayret etmek çok önemli. Zeka önemlidir ama duygusal zeka çok daha değerlidir. Bu yüzden çocuğunuzun duyarlı, merhametli ve empatik bir birey olarak yetişmesini de tıpkı zekasının yüksek olmasını istediğiniz gibi hatta ondan daha fazla istemeniz gerekir.

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/cocuk/cocuk-gelisimi/cocugunuzun-zekasini-10-adimda-artirin_21758.html?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url