29 Ocak 2017 Pazar

BLOOD BRAIN BARRIER PERMEABILITY, INFLAMMATION AND INTESTINAL PERMEABILITY IN AUTISM

vasogenic_edema1359233162137

BLOOD BRAIN BARRIER PERMEABILITY, INFLAMMATION AND INTESTINAL PERMEABILITY IN AUTISM

A recent article published in Molecular Autism has offered some controversial suggestions that the blood brain barrier in autism is disrupted and that this may be somehow related to gastrointestinal symptoms. The article, whose lead author was Maria Fiorentino, was entitled, “Blood-brain barrier and intestinal epithelial barrier alterations in autism spectrum disorders”.  This study analyzed postmortem samples of the cerebral cortex and cerebellum from 33 individuals (8 of them with autism) and found altered expression of genes related to blood-brain barrier integrity and inflammation.  The group then analyzed gastrointestinal tissue from a different cohort having 12 individuals with ASD and 9 controls.  The analysis showed that a majority of ASD individuals had reduced expression of “barrier forming cellular components” and a higher expression of molecules associated with increased intestinal permeability. From the results the authors drew a correlation between brain and gastrointestinal permeability. As for future research Dr. Fiorentino will study how the bacteria of the gut is related to intestinal permeability and behavioral symptoms.
The article is an example of that old saying: “When you have a hammer everything looks like a nail”. Indeed, the authors performed a study with inappropriate techniques to reach a conclusion that they were pursuing beforehand- and found it. The major weakness of the study is not having anybody on their team that actually knew about the blood-brain barrier and the different confounds of working with postmortem tissue.
Inflammatory reactions and disruption of the blood brain barrier provide fingerprints that can be examined by the pathology laboratory. As an example, consider the cerebrospinal fluid (CSF). This is the liquid that bathes the brain and spinal cord. It is produced within a cavernous entity in the brain called the ventricles. The CSF is the end result of a highly filtrated liquid originating from capillaries that protrude in finger-like projections of tissue into the ventricles. The tissue with the protrusions is called the choroid plexus. The CSF liquid is very diluted and contains a very reduced concentration of proteins as compared to blood. Whenever the blood-brain barrier is disrupted more protein from the blood is able to transverse the barrier thus increasing its concentration. Occasionally the disruption is so big that even blood cells will cross the barrier.
During inflammation, in addition to increasing the concentration of proteins, the types of protein are also changed. Under normal conditions the brain does not allow certain types of proteins, usually the larger ones, to transverse the blood vessel walls (thus the name blood-brain barrier). Albumin is the most abundant protein in human blood. It is a large molecule usually made bigger by transporting other molecules like hormones and fatty acids. It is produced in the liver and is never found in the normal human brain. The same can be said for immunoglobulins. A lot of research from Pharmaceutical industries has been focused on disrupting the blood brain barrier in order to let immunoglobulins (antibodies) to the brain. Thus far numerous studies have been done showing normal protein concentrations and no evidence of albumin or immunoglobulins in the brains of ASD individuals.
In addition to studies of the CSF’s composition, disruption of the blood-brain barrier/edema and inflammation can be studied under the microscope. Edema is mostly seen as excess accumulation of fluid within the brain. If it is a major accumulation of fluid, the brain becomes bigger, softer and the ridges of the cerebral cortex surrounding the brain become flattened. Under the microscope the background of the brain looks frazzled and the liquid extruded from the blood vessels expand the periventricular spaces (see figures below). Although hundreds of brains have been thoroughly investigated, including some using serial sections of whole brains examined from front to back. If changes were present, they would have been found.
vasogeneic-edema
Figure: Section of the white matter with prominent spaces around the blood vessels (arrows). The figure portrays  edema caused by rupture of the blood-brain barrier.
vasogenic_edema1359233162137
Figure: White matter of a control individual (left) and that of an edematous brain (right). The frazzled appearance of the brain is evident when disruption of the blood-brain barrier causes edema. This is not typical of the brains of autistic individuals.
The Fiorentino study took the lazy approach of using inappropriate techniques- which were apparently the only ones known to the researchers. They also studied indirect measures based on gene expression that suffered the same confounds as other postmortem studies. Basically, brains of ASD individuals differ from neurotypicals as to mode of death and preagonal conditions. This alone could have accounted for their findings. A defect of the blood brain barrier would probably cause chronic deterioration of the brain. This is not what happens in autism. Let’s review the literature and use common sense before designing our studies. It is a pity that articles like the one discussed appear in the literature and only serve to confuse the real findings and steer research in inappropriate directions.
References
Fiorentino M, Sapone A, Senger S, Camhi AA, Kadzielski SM, Buie TM, Kelly DL, Cascella N, Fasano A. Blood-brain barrier and intestinal epithelial barrier alterations in autism spectrum disorders. Molecular Autism, 2016; 7(1) DOI 10.1186/s13229-016-0110-z

24 Ocak 2017 Salı

Omega-3 Yağ Asidi


hamsi tava ile ilgili görsel sonucu

Omega-3 yağ asitleri ayrıca çocuğun matematik zekasının geliştirilmesine, okuma, telaffuz ve yazma beceresini artırılmasına yardımcı olabilir...Öncelikle balık


Omega-3 Yağ Asidi Nedir? Omega-3 yağ asitleri, vücut sağlığı için oldukça önemli bir doymamış yağ asididir. Fakat vücut için olmazsa olmaz bir yağ olan omega-3 yağ asitleri, vücut tarafından üretilemediğinden, besinler yoluyla dışarıdan alınmak zorundadır. 3 farklı omega-3 yağ asiti bulunmaktadır. Bu omega-3 yağ asitleri; alfa linolenik asit (ALA), Eikosa Pentaenoik Asit (EPA) ve Dokosa Heksaenoik Asit (DHA) şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu omega-3 yağ asitlerinden ALA, bitkisel yağların içerisinde bulunurken, EPA ve DHA omega-3 yağ asitleri ise deniz ürünlerinin yapısında bulunmaktadır. Omega-3 Yağ Asitlerinin Faydaları Kalp ve beyin sağlığı başta olmak üzere, birçok alanda faydası bulunan omega-3 yağ asitleri, anne ve bebek sağlığının desteklenmesi adına da son derece önemlidir. Omega-3 yağ asitlerinin diğer faydaları ise şu şekildedir; Bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olmaktadır. Göz sağlığını korumaktadır. Kansere karşı koruma sağlamaktadır. Sperm ve cilt hücrelerine faydalıdır. Trigliserid ve kolesterolün düşürülmesine yardımcıdır. Damar sertliğinin önlenmesine yardımcı olmaktadır. Kan şekerinin düzenlenmesine yardımcı olmaktadır. Kanın incelmesine yardımcı olarak, damar içinde pıhtılaşmasını önlemektedir. Erken doğum riskini azaltmaktadır. Depresyon ve doğum sonrası depresyondan korumaktadır. Alzheimer ve bunama riskinin azalmasına yardımcı olmaktadır. Sakinleştirici etkisi vardır. Anti iltihap özellik göstermektedir (özellikle de EPA ve DHA). Kemik sağlığını korumaktadır.
Omega-3 Yağ Asitleri Alırken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar Sağlık için bir gereksinim olan omega-3 yağ asitleri de, diğer besin maddelerinde olduğu gibi, aşırı miktarda tüketildiğinde zararlı olacaktır. Üstelik, omega-3 yağ asitleri takviyeleri doktorlar tarafından tavsiye edilmemektedir. Bunun yerine, gıdalar yoluyla alınması önerilmektedir. Ayrıca, bazı ilaçlarla birlikte omega-3 yağ asiti tüketimi yapılması yan etkilerin yaşanmasına yol açabilmektedir. Buna göre, kan inceltici ilaç kullananların omega-3 yağ asidi almaları doktor kontrolünde olmalıdır. Bunların dışında, tip 2 diyabet hastaları ve hamileler de omega-3 yağ asitlerini tüketirken dikkatli olmalıdırlar. Özellikle de, omega-3 bakımından zengin olan belli başlı balıklar aynı zamanda civa vb gibi ağır metaller de içerebileceği için, dikkatli şekilde tüketilmelidir. Günlük Alınması Tavsiye Edilen Omega-3 Miktarı Günlük alınması gereken omega-3 yağ asitleri miktarı ile ilgili kesin bir rakam bulunmamaktadır. Bu durumda, bazı durumlara göre günlük alınması gereken omega-3 yağ asitleri miktarları şu şekildedir; Dünya Sağlık Örgütü’ne göre: 300-500 miligram Amerikan Kalp Birliği’ne göre: 650-1000 miligram. Kardiyovasküler bir hastalığı olan kişiler için: 1000 miligram Kötü kolesterolü yüksek olanlar için: 2000-4000 miligram Omega-3 Yağ Asidi İçeren Besinler Genellikle bitkisel yağlar, ALA omega-3 yağ asitleri içermektedir. Bunlar; ceviz, yenilebilen çekirdekler ve tohumlar, ada çayı yağı, alg yağı (yosun yağı), keten tohumu yağı, sacha inchi yağı, engerek otu yağı ve kenevir yağı şeklindedir. EPA ve DHA omega-3 yağ asitleri kaynağı besinler ise; balık yağları, yumurta yağı, kalamar yağı ve krill yağı (karides benzeri küçük bir canlı) şeklinde sıralanabilmektedir. Bu durumda, omega-3 yağ asidi içeren bazı besinler şu şekildedir; 1.Ceviz Güçlü bir lif deposu olan ceviz, zengin bir omega-3 yağ asidi kaynağı olmasının yanı sıra, bakır, manganez, E vitamini ve önemli bazı bitkisel bileşenler bakımından da zengindir. Ayrıca, cevizin üzerindeki ince kabuğunun da çıkarılmadan tüketilmesi tavsiye edilmektedir. Çünkü bu ince kabuk zengin bir antioksidan deposudur. 7 adet yani yaklaşık 28 gram cevizin içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı 2542 miligramdır. 2.Somon Balığı Yüksek kalitede protein içeren somon balığı, magnezyum, potasyum, selenyum, B5 ve B6 vitaminleri bakımından da zengindir. Zengin bir omega-3 yağ asidi kaynağı olan somon balığının, düzenli olarak tüketilmesi halinde, kalp hastalıkları, bunama ve depresyon gibi sağlık sorunları riskini azalttığı, bazı araştırmalar sonucu tespit edilmiştir. 100 gram somon balığının içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı 2260 miligramdır. 3.Keten Tohumu
Küçük kahverengi ve sarı tohumlardan oluşan keten tohumu, genellikle öğütülüp yağı çıkarılarak tüketilmektedir. Alfa linolenik asit (ALA) omega-3 yağ asidi bakımından zengin olan keten tohumu aynı zamanda, lif, E vitamini, magnezyum ve diğer besin maddeleri bakımından da zengindir. 100 gram keten tohumu yağının içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı, 53449 miligramdır. 1 yemek kaşığı (14 gram) keten tohumu yağının içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı da 7483 miligramdır. 4.Uskumru Balığı Küçük ve yağlı bir balık olan uskumru, B12 vitamini ve selenyum bakımından zengin, oldukça besleyici bir balık türüdür. 100 gram uskumru balığının içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı, 5134 miligramdır. 5.İstiridye Sadece istiridye değil diğer kabuklu deniz canlıları da oldukça besleyici gıdalardır. Çok iyi birer, çinko, bakır ve B12 vitamini kaynağı olan istiridye, omega-3 yağ asitleri bakımından da çok zengindir. 100 gram istiridyenin içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı 672 miligramdır. 6.Sardalye Oldukça küçük bir balık türü olan sardalye, besleyici değeri oldukça yüksek bir gıdadır. Özellikle de kılçıkları ile birlikte tüketilen sardalye, insan vücudu için gerekli olan besinleri tek başına karşılayabilmektedir. Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan sardalye aynı zamanda, B12 vitamini, D vitamini ve selenyum bakımından da zengin bir besin kaynağıdır. 100 gram sardalyenin içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı ise 1480 miligramdır. 7.Chia Tohumu İnanılmaz derecede besleyici olan chia tohumu, omega-3 yağ asitleri, manganez, fosfor, kalsiyum ve diğer besin maddeleri bakımından zengindir. Ayrıca, 24 gram chia tohumu 4 gram protein içermektedir ve 8 esansiyel amino asidi de bu proteinlere dahildir. 28 gram chia tohumunun içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı ise, 4915 miligramdır. 8.Hamsi Balığı Oldukça ince ve küçük bir balık türü olan hamsi, güçlü bir lezzete sahip olmasının yanı sıra, omega-3 yağ asidi, niasin (B3 vitamini), selenyum ve kalsiyum içeriği yüksek bir balıktır. 100 gram hamsinin içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı ise 2113 miligramdır. 9.Soya Fasulyesi Hem lif hem de protein kaynağı olan soya fasulyesi, ayrıca omega-3 yağ asitleri, omega-6 yağ asitleri, riboflavin (B2 vitamini), folat (B9 vitamini), K vitamini, magnezyum ve potasyum bakımından da son derece zengin olan bitkisel bir besin kaynağıdır. 100 gram soya fasulyesinin içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı ise, 1443 miligramdır. 10.Ispanak Zengin demir içeriği ile ün yapmış bir sebze olan ıspanak; potasyum, lif ve protein içeriği de yüksek olan bir sebzedir. Ayrıca, omega-3 yağ asidi de içeren ıspanak, kalp sağlığı açısından önemli olmasına ek olarak kansere karşı koruyucu etki de göstermektedir. 100 gram ıspanağın içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı ise 371 miligramdır. 11.Havyar Havyarın Faydaları Bir tür balık yumurtası olan havyar, besleyici olmasına besleyicidir fakat pahalı bir besin kaynağı olduğundan lüks gıdalar arasına girmektedir. Kolin (B vitamini kompleks), omega-6 yağ asitleri ve omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan havyarın siyah renkli olanı daha besleyicidir. 100 gram havyarın içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı ise, 6789 miligramdır. 12.Ringa Balığı Boyut olarak orta büyüklükte olan ringa balığı, oldukça yağlı bir balıktır. Omega-3 yağ asitleri bakımından zengin olan ringa balığı aynı zamanda çok iyi birer, D vitamini, selenyum ve B12 vitamini kaynağıdır. 100 gram ringa balığının içerdiği omega-3 yağ asidi miktarı ise, 1729 miligramdır. 13.Omega-3 Yağ Asidi İçeren Diğer Besinler Brussels sprouts cabbage on old wooden table Omega-3 yağ asidi bakımından zengin olan diğer besinler ise şu şekildedir; Morina karaciğeri yağı → 1 yemek kaşığı → 2664 miligram Ton balığı Kale (kara lahana) Üzüm yaprağı Yumurta Brüksel lahanası Yabani pirinç Roka Fesleğen Avokado Kış kabağı Börülce Barbunya Brokoli Karides Zeytin

22 Ocak 2017 Pazar

BEBEĞİNİZLE GERÇEKTEN OYNUYOR MUSUNUZ?

Bebeğinizle gerçekten oynuyor musunuz?

BEBEĞİNİZLE GERÇEKTEN OYNUYOR MUSUNUZ?

Gerçekten nitelikli, yaşa uygun, onu geliştirici oyunlar oynamak çok önemli. Doğaya baktığımızda bile yavruların büyük bir azimle anne babalarını oyuna çağırdıklarını görürüz. Çocuklar anne karnında bile kendilerine özgü oyunsal hareketler geliştirirler. Doğumdan sonra ise görüntüler, sesler ve mimikler onlar için en büyük oyuncaklardır. Önce uzaktan izledikleri dönen ve ses çıkaran oyuncaklar, dik durup oturabildikten sonra ise tutup çekilen ve sallanan oyuncaklar ilgilerini çekecektir. 
Anne babaların doğumdan hemen sonra sesler, mimikler, eşyalar ile çocukların ilk zihinsel gelişimlerine destek vermeleri gerekir. Sonrasında birlikte tutup çekme, atıp geri getirme gibi nesne takip oyunları oynanabilir. Örneğin koltuğun arkasına kaçan bir topun geri getirildiğini görmek çocuğun bilişsel sürecini ileriye götürecektir.

Çocuklar belli bir yaştan sonra kendi oyunlarını kurabildiklerinde anne babalar farkında olmadan oyun alanından uzaklaşırlar. Ne de olsa tek başına oynayabildiğini düşünerek kendi işlerine öncelik verirler. Oyun niteliğinin azalması genelde bu yaşlardan sonra başlar.

Ebeveynler işten geldikten sonra yemek, ev işleri, televizyon rutinine girip çocuk oyun alanında tek başına oynadığında hem ilişkileri hem çocuğun gelişimi ıssızlaşır. Ya da anne babanın çocukla oynarken göz ucuyla televizyonu takip etmesi de sadece görüntüde bir oyun keyfi yaşatır.

PEKİ, AİLELER NE YAPMALI? İŞTE, ÖNERİLER... 
Çocuklarınızın yaşına, cinsiyetine uygun oyun ve oyuncakları profesyonel mağazalardan edinin. Her gün yarım saat de olsa mutlaka onunla oynayın. “Daha sonra” diyerek onunla oynamayı ertelemeyin.

Oynarken değişik sesler ve mimikler kullanın, farklı rollere girin. Oyunlarına aşırı müdahale etmeyin, oyunu siz değil o yönetsin. Hep aynı ebeveyn değil, anne-baba dengeli ve değişimli olarak oyuna katılmalı.

Oyun esnasında televizyon vb. şeylerle ilgilenmeyin. Göz teması ve fiziksel temas oyunda çok önemlidir. İkisini de kurmaya özen gösterin. Oyunlarda ilginç kelimeler ve kalıplar kullanarak dil gelişimini destekleyin. Örneğin çocuğunuzun ö güven problemi varsa siz oyunda özgüvensiz olan bir çocuğu canlandırın. Ona nasıl daha güvenli davranması gerektiğini öğretecek şekilde rollere girip model olun.

Onun sizi oyuna çağırmasını beklemeyin. Oyuna siz de davet edin. Oyunlarından ne kadar keyif aldığınızı, sizin içinizdeki çocuğun da ne kadar eğleneceğini ve çocuğunuzla ne kadar yakınlaştığınızı bu oyunlar sayesinde keşfedeceksiniz.

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/cocuk/oyun-ve-aktiviteler/bebeginizle-gercekten-oynuyor-musunuz_15088.html/8#detail?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url

CE EEE OYUNU BEBEK GELİŞİMİ İÇİN İPUÇLARI VERİYOR

ce ee oyunu ile ilgili görsel sonucu


CE EEE OYUNU BEBEK GELİŞİMİ İÇİN İPUÇLARI VERİYOR

Anne ve bebeğin ilk oyunlarından biridir Ce Eee... Anne eliyle ya da bir örtüyle yüzünü kapar, sonra Ce Eee der ve hızla açar. Bebek annesini takip eder, hareketin devamını bekler ve Ce Eee denince de kahkahalarla güler. İşte bu oyun bebeğin gelişimi için önemli ipuçları veriyor. “Eğer bebeğiniz bu oyunu oynarken sizi takip etmiyorsa, tepki vermiyorsa o zaman mutlaka bir doktora danışmalısınız” uyarısında bulunan Çocuk ve Ergen Psikiyatristi – Psikoterapist Prof. Dr. Özgür Öner, konuyla ilgili önemli açıklamalar yaptı. 

CE EEE OYUNU BEBEĞE NE KAZANDIRIR? 
Otizm spektrum bozukluklarındaki (OSB) en temel sorun sosyal iletişim problemidir. Anne ve babaların bebeklerindeki sosyal iletişim problemini fark etmesini sağlayacak pek çok fırsatları var. Bu fırsatlar çok erken dönemde başlıyor. Çocuklarda ilk gelişen sosyal beceri gülümseme. Bunu daha sonra anneyi izleme, ortak dikkat kurmak için parmakla işaret etme, sesler çıkarma gibi davranışlar da izliyor. Anne ve babaların bebekleriyle sık oynadıkları oyunlar da birçok ipucu sağlıyor. Bu sosyal oyunlardan bir tanesi de her anne/bebeğin oynadığı Ce Eee oyunu. 

CE EEE OYUNU OTİZM TANISI İÇİN ÖNEMLİ BİR FIRSATTIR 

Bu oyunda, otizm açısından dikkat edilecek noktalar var. Anne/baba bu fırsatı yakalarsa erken teşhis için önemli bir imkan doğar. Bu kaçırılmayacak bir fırsattır. Öncelikle oyuna gerçek bir neşe ile katılmak gerekir. Örtü ya da eller çocukla anne arasında tutulup çocuğun ismi söylendikten sonra indirilir ve çocuğun hoşuna giden bir davranış yapılır. Daha sonra, örtü çocuk ile anne arasında iken anne bekler. Oyunun kritik kısmı buradadır. Sağlıklı bir çocuktan beklenen, çocuğun oyunu devam ettirmek için çaba göstermesidir. Bunun için çocuk size bakabilir, sesler çıkarabilir, örtüyü indirebilir. Oyun sırasında çocuğun gerçekten eğlenmesi, eğlendiğini anne ve babaya belli etmesi, oyunun devamı için çaba göstermesi, bütün bunları yaparken de göz teması, yüz ifadesi, ses çıkarma gibi davranışları bir arada kullanması beklenir.
 ÇOCUK OYUNA KATILMIYORSA OTİZM TEŞHİSİ KONABİLİR Mİ?
 Sosyal oyunların önemi nedeni ile bu oyunlara çocuğun katılımı, otizm tanısı için en iyi yöntem olan Autism Diagnostic Observation Schedule (ADOS-2) içerisinde de değerlendirilmektedir. Tabii, tek bir davranış veya tek bir oyundaki tutum ile tanı konulamaz. Çocuk bu oyunu sevmiyor, diğer karşılıklı oyunlardan hoşlanıyor olabilir. Önemli olan, çocuğun karşılıklı sosyal etkileşim gerektiren bir oyuna nasıl katıldığı, oyundan aldığı eğlenceyi nasıl belli ettiği, oyunu sürdürmek için neler yaptığı ve kullandığı davranışları nasıl bütünleştirdiğidir. Bebek tüm bunları yapmıyorsa bir doktora danışmak kesinlikle çok önemlidir.

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/cocuk/oyun-ve-aktiviteler/ce-eee-oyunu-bebek-gelisimi-icin-ipuclari-veriyor_23395.html?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url

18 Ocak 2017 Çarşamba

Boya kalemlerinin zararları ve sulu boyaların zararları

keçeli kalem ile ilgili görsel sonucu

Kimyasal olan bütün maddeler cilde zararlıdır.Sulu boyalarında cilde zararı olmaması mümkün değildir.Özellikle günümüzde yüzlerce Çin malları satışı yapan mağazalarda üç kuruşa satılan boyalar cilde alerji yapmakta ve zarar vermektedir.Ucuz olan boyalar yerine bildiğimiz markaları tercih etmeli ve bildiğimiz tanınmış markalardan şaşmalıyız.Düşünsenize tanınmış olan bir markanın sulu boyası 10.00 TL ye satılırken diğer hiç tanımadığınız çin malı bir marka sulu boya 1.00 tl ye raflarda yerini almıştır.1.00 TL lik bu sulu boya sizce ne kadar sağlıklı olabilir.Bu sulu boya rafa kaç KR gelmiş olabilir ki 1.00  TL ye satılmaktadır.Almış olacağınız sulu boya yada herhangi bir boyanın kimyasal içeriği mutlaka cildinize ve değen herhangi bir yerinize zarar verir.Önerimiz içeriğini bilmediğimiz ve tanımadığımız bu tür kimyasal karışımlardan uzak durmanızdır.Kimyasal maddelerin zararlı etkileri olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Kalitesiz boyalardaki kimyasallar ciğerlerde ve ciltte ciddi tehlikeler yaratabilir.Hatta Gözle görülmeyerek soluduğumuzda tüm vücudumuzu etkileyen kimyasallarla karşılaşabilir.

KimDer Marmara Şubesi'nin  Basın AçıklamasıBir çok ürünün taklidi olduğu gibi, bazı kalitesiz kırtasiye ürünlerinin de taklitleri öğrencileriçin büyük risk oluşturuyor. Özellikle kalitesiz Çin malları, rengarenk görünüm ve kokularıylasilgiler tehlikeli ürünler arasında başı çekiyor.
Kalemden okul çantasına, kaplıktan silgiye birçok malzemede kullanılan kimyasallar ve boyalar,öğrencilerin sağlığını tehdit ediyor. Aynı zamanda madde bağımlılığının ilk adımları da, kokulu vekimyasal madde içeren kırtasiye ürünleriyle atılıyor. Bu malzemelerdeki solvent ve benzeri maddelerbağımlılığa da zemin hazırlıyor.Kırtasiye ürünlerinin kontrol ve piyasa gözetim yetkisi Gürük ve Ticaret Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’na aittir. Bu konudaki yasal düzenleme Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanuna ve 5898 sayılı Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunmasına Dair Kanuna dayanmaktadır. Gümrük ve Ticaret Bakanlığının; ‘Bazı Tüketici Ürünlerinin Tehlikeli Kimyasal Madde İçeriğine Yönelik Piyasa Gözetimi ve Denetimine İlişkin Tebliğ’ ve Sağlık Bakanlığının;   'Uçucu Maddelerin Zararlarından İnsan Sağlığının Korunması Hakkında Yönetmelik' ile bu konuda koruyucu tedbirler alınmaktadır.Her ne kadar yasal tedbirler alınsa da; Burada en büyük görev ise ailelere düşüyor. Testlerden geçmeyen, zararlı kimyasal maddeler içeren ve uluslararası standartlara uygun olmayan kırtasiye malzemeleri, özellikle gelişme çağındaki çocuklar için büyük tehlike oluşturuyor. Bazı Tüketici Ürünlerinin Tehlikeli Kimyasal Madde İçeriğine Yönelik Piyasa Gözetimi ve Denetimine İlişkin Tebliğ Ek’ine göre belirlenen ürün gruplarında ilgili kimysallarla ilgili limitler aşağıdaki gibidir:Pastel boyasuluboyaoyun hamurusilgi ve diğer boyalarda tehlikeli maddeler bulunabilir. Bu ürünlerdekanserojen olan azo-boyar maddeler ile plastik ürünlerde ve boyalarda yumuşatıcı olarak ilave edilenfitalatlar bulunabilmektedirAyrıca bu boyalarda ağır metaller de bulunabilmektedirMakaskalemtıraş,zımba gibi ürünlerde  defitalatlar ve ağır metealler bulunabilmektedirÇantabeslenme çantasıkalemkutusumatara ve kaplıklarda da azo-boya maddeleralerjen boyar maddeler ve kanserojen boyarmaddeler bulunabiliyorKanserojen oldukları için yasaklanan poliaromatik hidrokarbonlar (PAHve tekstildeburuşmazlıkçekmezlik apresiboya ve baskının korunmasında kullanılan formaldehit de riskoluşturmaktadırAzoboyalarağır metaller ve fitalatlar kanserojen olmalarının yanında sistemik başkarahatsızlıklara da neden olabilmektedir.Kimyasalların özellikle çocukların kullandığı ürünlerde kullanımınında bir sınırlama ve yasak olmasına rağmen merdiven altı üretim yapan firmaların bu ürünleri kaçak yollarla piyasaya sürebilmektedir. Vücuda alınan her kimyasal maddenin zehirleyici olma potansiyeli vardır. Önemli olan hangi dozda kullanıldığıdır. Zararsız olarak nitelendirilebilen basit bir kimyasalın bile aşırı dozu kullanıldığı takirde zehirleyici boyuta ulaşabilmektedir. Bu nedenle bu kimyasallar kısa vadede etki göstermezsek, vücutta belli bir dozda birikince zararlı olmakta, etkileri uzun yıllar sonra ortaya çıkabilmektedir.

Ne Yapmalıyız?
Sağlık Bakanlığı ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı izni olmayan, TSE ve CE belgesi bulunmayan, lisansız ürünlerin satın alınmaması gerekmektedir. Kanserojen maddelerin ağız yoluyla alımı  riski daha da arttıracağından çocukların kullanacağı mataralar, şişeler ve beslenme çantalarının plastik olmaması önemlidir. Keçeli kalem alınacaksa; alkol bazlı solventli, yapıştırıcı alınacaksa su bazlı solventli olmasına dikkat edilmelidir. Ürünlerin etiketleri mutlaka kontrol edilmeli, içeriği okunmalı, izin belgeleri kontrol edilmelidir.Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunuyoruz.Kimyagerler Derneği Marmara Şubesi

11 Ocak 2017 Çarşamba

Neden çocuğumuza öfkeleniyoruz ve nasıl değişiriz?

anger ile ilgili görsel sonucu
Öfke, birçok anne babanın ortak konusu. Partnere duyulan öfke, çocuğa duyulan öfke, kendi öfkemiz…
Öfke zor bir duygu. Hatta bazen bizi korkuttuğu da bir gerçek. Kendimize kızdığımızı kabul etmek bile zor olabiliyor. Yakınlarımızdan destek görmek istiyoruz, empati istiyoruz. Öfkemizi bastırmamız ya da yanlış yönetmemiz durumunda daha fazla inciniyor, incitiyor, zarar veriyoruz. Aslında duygularımız bundan sorumlu değil. Kendimiz için empati kuruyoruz, çocuğumuz için kuruyoruz da doğru yönetmemiz gerekiyor.
Aileler ne zaman öfkelenir?
Ne yapacağımızı bilemediğimizde… Çözemediğimiz sorunlar, travmalar öfkeye dönüşüyor. İyileşmeye ihtiyaç duyarız. Ebeveynler ne zaman öfkelenir? Fiziksel, duygusal, maddi olarak yetemediklerini hissettiklerinde. Genel olarak öfke, karşılanamayan ihtiyaçların birikimi demektir.
Yoğun ve yorgun bir günün sonunda, ebeveynler kendilerini baskı altında hissettiklerinde kıvılcımın öfkeye dönmesi daha kolay… Baskı arttıkça stres de aynı orantıda artar. Akşam çocuklardan diş fırçalamalarını, giyinmelerini istediğimizde ve onlar buna “hayır” ile karşılık verdiklerinde işte o zaman öfke ortaya çıkar. Ne olur? Sesimiz yükselir ve biz onu bastırmaya çalışırız. Çocuğumuzdan bizi anlamasını bekleriz, onun yaşındayken aslında bizden daha çok şey istendiğini anlamalarını da…
Yapıcı – pozitif iletişim, çatışma ve problem çözme becerilerimizi geliştirebiliriz. Tabii bunları uygulamaya koymak için neye ihtiyacımız var? Sabır, açık – net olmak ve güven. Bunları yaparken de ilk ihtiyaç duyduğumuz çocukluğumuza gidip duygusal tetikleyicilerimizi belirlemek. Duygusal olarak tetiklendiğimizde, geçmişte çözemediğimiz bir sorun stresi artırıyor. Bu sırada çocuğumuza tepki veriyor, empati yeteneğimizi kaybediyoruz. Hatta dikkat ederseniz, bunu kaslarımızda bile hissediyoruz. Aslında böyle zamanlarda bilinçli bir ebeveyn gibi değil, incinmiş bir çocuk gibi hareket ediyoruz.
Geleneksel ebeveynlik modelinde ebeveynler cezalarını tehdit ederek, ayrıcalıkları alarak, bağırarak ve yaptırımlarla, çocuğunu bakışlarla yıkarak kontrolünü ele geçirmeye çalışıyorlar. Ancak bağırmamak ya da yukarıda yazıklarımızı yapmamak için uğraşan ebeveynler güçlü duygusal dalgalanmalarla karşı karşıya kalıyorlar. Ve bunu başarmak da aslında tehdit etmekten daha fazla beceri gerektiriyor.
Daha sakin ve saygılı bir iletişim için kendimize, bağırmamıza, patladığımız ana dışarıdan bakmalıyız. Ve böyle geride durup güçsüz bir çocuk gibi değil, kendine güvenen bir yetişkin gibi davranmalıyız. Kendimizi keşfetmek, geriye dönmek için meditasyon gibi rahatlama tekniklerini kullanmalı, çocukluğumuza gidip o sorunu çözmeliyiz. Üstümüzdeki bu baskıyı kaldıramadığımız sürece çocuğumuzla istediğimiz gibi bir ilişki kurmamız zor.
Peki bunu nasıl yapacağız?
Bizi tetikleyen her ne ise ona daha dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Bunun için de daha fazla bağlantı ve sabır gerek. Çocuğumuz ne yaptı da rahatsız olduk? Bizi tetikleyen nedir? Bu bağlantıyı kurmalıyız. Mesela bizi reddetti, “hayır” dedi, bu neyi tetikliyor? Çocukluğunuzda ne oldu da bundan bu kadar rahatsızlık duyuyorsunuz? Bu sırada ağzımızdan çıkan sözler bizi bile şok ediyor. Bu sanki bir yeniden canlandırma gibi. Neden tetiklendiğimiz ne kadar bilinçli yaklaşırsak o kadar çözebiliriz.
İyi hissetmemekte, daha doğrusu kötü hissetmemizde sorun yok. Bu çok normal bir duygu. Çocuğumuzun davranışı, hislerimizi artırarak son derece duygusal bir tepkiye neden olduğunda, bize acı veren bazı duygulara merhametle yaklaşma fırsatını yakalarız. Vücudumuzdaki duyuları gözlemleme ve bu zamanlarda ortaya çıkan duyguları anlamak için yeteri kadar güçlüyüz. Belki de bu şekilde korku ya da yetersizlik hissettiğimiz anları, üzüntümüzü tespit edebiliriz. Bizi tetikleyen şeyler, çocuğumuzun bizi yok sayması, diğer ebeveyne olan tepkisi, agresiflik, şefkat eksikliği, okuldaki sorunlar bile olabilir. Bunlardan birini mutlaka yaşamışızdır ve o bedenimizde saklıdır. Ve biz bile bugüne kadar fark etmemiş olabiliriz.
Tetiklendiğimiz zaman ne olur? İçimizdeki incinen çocuğun duygularının kendi çocuğumuzun duyguları ile yarıştığı hissine kapılırız.  “Kimse benim ihtiyaçlarımı, kızgınlıklarımı, hayal kırıklıklarımı, üzüntümü umursamıyor”. İşte böyle bir iç çatışma çok rahatsız edici olabilir. Ancak iyi haber; bunun farkına varmaya başladıysanız bu döngüyü kırma yolundasınız demektir. Hem kendiniz hem çocuğunuz için…
Psikolojik yardım almak, şu andaki sıkışmış duygularınız, kalıplarınızı keşfetmek ve çözmek için harika bir yol. Danışmanlık almak, bir arkadaşınızla derin derin sohbet etmek, anlatmak duygularınızın vücudunuzda vücutta nerede tutulduğunu keşfetmeniz için size gerçekten şans veriyor. Sakin, sabırlı, size empatiyle yaklaşan birinin yanında ağlamak size “arınmışlık” duygusunu yaşatır. Duygularınızı kabul ederseniz, hayat kaliteniz artar, kendinizi daha iyi anlarsınız ve çözebilirsiniz.
Ebeveynler olarak okul, uyku saati konusunda, işyerinde yeteri kadar stres yaşıyoruz. Hatta yüzme derslerine yetişirken bile… Yoğun bir programa çocukların ayak uydurması çok zor. Eğer ailece baskı altında olduğunuzu hissediyorsanız yaşam tarzınızı değiştirmekte fayda var. Dinlenmek, okumak, oyun oynamak, meditasyon yapmak, arada hayal kurmak, doğada zaman geçirmek… Bunlar bütün aileye iyi gelir.
Ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var?
Terapinin yanı sıra sizin de bu baskıladığınız duygular hayatınızı yönetmeye başladığında kendinizi iyileştirme becerileriniz, gücünüz var. Mesela, kalbinize bağlantı kurun. Koyun elinizi kalbinizin üstüne, “Ne hissediyorum, neye ihtiyacım var” diye kendinize sorun. Bu, kendimizle pozitif bağlantı kurmak için iyi bir yöntem. Cevap “Çok gerginim, çok sinirliyim, biraz yavaşlamam lazım, bugünü sorunsuz tamamlamam lazım” olsa da… Deneyin!
Adını koyun… Ne hissettiğimizi söylemek zordur. Çocuklarımıza “beni sinirlendiriyorsun” dediğimizde onlara bizi kontrol ettikleri mesajını veriyoruz ve onlar da bizi mutlu etmenin kendi ellerinde olduğunu sanıyorlar. Fakat “Sinirliyim, durmam ve rahatlamam lazım” dediğimizde duygularımızı dürüstçe ifade etmiş oluyoruz ve bizi mutlu etme sorumluluğunu onlara yüklemiyoruz. Bu gerçekten çocuklarımız için iyi bir model. Çocuklarıma “Gergin görünüyorsun, neye ihtiyacın var” dediğimde bana çok net cevap verebiliyorlar.
Kendinizle konuşun. Ama olumlu bir şekilde. Farkındaysanız, duygularımıza ailelerimizin bize verdiği tepkilerle yaklaşıyoruz. Kendimize karşı nazik olmak, başkalarına nezaketin temelini oluşturur. Örneğin, kendinizi öfkeli ve bunalmış hissettiğiniz için suçlamak yerine, “tamam, bu zor bir an ve böyle hissetmemde sorun yok” diyebilirsiniz.
Sadece, oturun…
Öfkelendiğimiz zaman bazen kendimizi fiziksel olarak güçlü hissederiz. Ev işi yapmaya başlarız mesela. Öfkeli anlarımızda stres hormonu salgılarız, her şey hızlanır, nefes alışımız bile. Mantıklı düşünemeyiz, daha hızlı konuşuruz… Oysa böyle anlarda bir şey yapmadan koltukta oturmak, çimlere basmak dinamiğimizi tamamen değiştirir. Bize duygularımızı dengeleme şansı verir. Ve böyle yaparak çocuklarımıza iyi bir rol model oluruz.
Böyle anlarda zihninizde bir “dur” işareti canlandırın. İleride pişman olacağınız sözler söylemeden, davranışlarda bulunmadan önce böyle sinirli anlarda bir “dur” işareti hayal edin. Aslında böyle zamanlarda hatırlamak güç olsa da beynimiz görsel mesajlara çok iyi cevap verir. Hatta isterseniz böyle bir işareti bulun, çıktısını alın ve duvara her zaman görebileceğiniz bir yere asın. Yanında da sizi rahatlatacak kelimeler yazabilirsiniz. Mesela “nefes al, stresi azalt” gibi…
Açık hava iyidir
Ailede stres yükseldiyse, iş yerinde gerildiğimizde açık havaya çıkmak gerek. Doğada olmak, gevşemeye ve rahatlamaya yardımcı olur. Çünkü hayatın güzel yönlerini görürüz. Bir manzara bile iyi gelir. Çıplak ayakla çimlere bastığınızda rahatladığınızı hissetmiyor musunuz?
Şimdi açıkça görebiliyorum … Sakinleştiğimiz zaman, seçenekleri daha iyi görebiliyoruz. Çatışmaların ardından daha iyi bağlantı kurabiliriz duygularımızla, çocuklarımızla. Ve daha da iyi onarabiliriz. Çocuklar bizim içimizde kopan fırtınaları hissediyor ve iletişimi keserek kendilerini korumaya alıyorlar. Biz sakinleştiğimizde, bizi orada beklediklerini göreceğiz.  İktidar mücadelesi sona erecek ve işbirliği devreye girecek.

Why we explode and how to prevent it


By Genevieve Simperingham
In my parent coaching work I like to talk about anger and rage and how common the tendency to explode (or implode!) really is in families.  Anger is a very real and daily challenge for most parents as they juggle the various wants and needs in the family; their child’s anger, their partner’s anger, their own anger.
Anger is an emotion that’s especially difficult to bear; it can feel scary and larger than life.  It can be hard to admit to feeling angry, even to ourselves, and hard to feel that we deserve support and empathy – but we always do.  Much hurt, harm and damage happens as a result of pent up or mis-directed anger, yet the emotion itself is not to blame, in fact empathy for ourselves and empathy for our child is one of the antidotes to aggression and overwhelm.
Parents get angry when … they feel confused about how to best respond to difficult behaviours like aggression in the family.  They need the skills.  Anger can rise with speed and fury when unresolved emotion or trauma becomes activated.  Healing is needed.  Parents get angry when the emotional, physical and financial needs outweigh the resources and they feel unsupported by family and community.  It really does take a village.  Overall, anger usually signifies an overwhelming backlog of unmet needs.
How quickly conflicts spark and escalate.  On any particularly busy day, parents can feel stressed and stretched by the demands of endless jobs and tight time constraints, stress rises as the pressures mount.  Then if you turn and ask your child to do a couple of simple tasks like washing teeth, getting dressed, but they either ignore you or flat out refuse, that tide of anger can rise up.  Your child’s refusal seems completely unreasonable!  Despite trying to control your tone, you snap, your child snaps back.  Boom!  Conflict escalates!  You can’t help wishing your child understood how minimal your demands are compared to when you were their age!
Breaking the cycles of ‘stress-passing’ in the family.  We can, and need to,  learn constructive communication, conflict resolution and problem solving skills.  Yet we need the patience, clarity and confidence to put them into practice.  Becoming mindful of our emotional triggers that relate back to our childhood and then owning, exploring and resolving these emotions forms the foundation of peaceful parenting.
The stress response.  When we become triggered, something in the present reminds us at an unconscious level of something in the past that’s still unresolved and held as tension in the body.  In reaction to our child, all of a sudden stress soars, anger rises, muscles tighten, we fixate on problems, become inflexible, and lose our ability to empathize.  Without realizing it we’re caught in the fight/flight/freeze stress response and there’s no time to sit and listen when things feel this urgent.  In these moments we act more from a hurt child place than a conscious adult place.
In the traditional parenting model, parents attempt to regain control by overpowering their child with that look, by threatening punishments, withdrawing privileges, yelling and ultimatums.  But parents who are working hard to not yell or coerce often face strong surges of emotion that need containing to avoid spilling their stress over onto their child.  Stopping in our tracks and owning and managing our feelings takes a LOT more skill than simply threatening kids into compliance.  It’s in the most challenging moments when pressures are sky high that parents face the need to skillfully surf the tides of emotions that threaten to swamp them.
Getting back on track.  When committed to more peaceful and respectful communication, we need to view our yelling and exploding as our cue to self-regulate; to come back to feeling like we can, not just escape acting from a powerless hurt child state, but become firmly grounded in our calm, confident adult self.  Perhaps we need some non-judgmental listening, meditation, relaxation, we need to reconnect with our self and reconnect with our child.  We just know that things are not going to get back on track with our child until we slow down and release the pressure from us both.  But how do we do that?
Mindfulness.  Becoming more mindful of our triggers plays a big part in parenting from the heart with more connection and patience. It can be valuable to take time to reflect on the things that your child does that can really trigger/activate some big feelings in you and explore what's familiar about these situations?  For instance, if your child ignoring you is a trigger, does it evoke familiar feelings from your childhood years?  When triggered, words can pour out of our mouths that shock us to hear, often the same words that hurt so much as a child.  It’s a kind of unconscious re-enactment.  The more conscious we become of our triggers, the more we can mobilize and resolve these packages of pain inside and begin to bring conscious awareness to the process as it’s happening, or about to happen and change direction.  I developed my Stress Relief for Parents CD with this whole subject in mind.  The tracks equip the listener with exercises to help them resolve difficult feelings, gain insights into what unresolved emotions are being triggered and offers a blissful 15 minute body relaxation.
It’s okay not to feel okay.  When our child's behaviour triggers a highly emotional response, by increasing our mindfulness of our reactions, we gain an opportunity to bring compassion to some sore feelings that need and deserve attention.  There's a lot of power in observing the sensations in our body and recognizing the feelings that get activated at these times and where those feelings are held within the body.  We may identify feelings of sadness, overwhelm, perhaps fears or feelings of inadequacy.  The trigger might be your child's resistance, lack of responsiveness, their lack of affection, their affection for their other parent, aggression, tantrums, neediness, their response to sleep, food, chores, school.  Something is experienced as familiar at a body instinctive level, feelings open in your body memory that your conscious mind was previously unaware of.
When we’re triggered, it can feel as if the hurt inner child is competing with our child's feelings with sentiments of; "nobody cares about MY needs/ resentments/ frustrations/ disappointments/ grief".  Such inner conflict can be very uncomfortable, but be assured that if you've even started to become aware of such internal reactions, you're well on the road to breaking the cycles of disconnection and well on the road to claiming more peace of mind and heart for yourself and your child.
Listening heals.  Counselling and psychotherapy can be a great way to explore and resolve stuck feelings and patterns from the past that prevent growth in the present.  Counselling or organized listening partnerships differ from chatting with friends in that it gives you the chance to really drop into exploring where the related feelings are held in the body.  Crying can feel so very cleansing and relieving when the space is held by a calm, patient, wise and empathic listener.  Their acceptance of your feelings helps you listen to yourself to glean the deeper insights and resolve feelings that previously felt so unmovable like the big rage and grief that can compromise your clarity and confidence daily.
Taking the pressure off.  Parents carry so much stress and fear around getting to sleep, school, work, daycare or swimming lessons on time.  Children don’t and can’t function well within a busy time pressured timetable.  In aiming to lower the stress levels in the family, parents often realize that everyone is living under more pressure than they can sustain and it calls for a re-evaluation of their lifestyle.  It’s good to talk about down time and de-stressing, to model taking rests, reading, playing, meditating, support your kids to have free play time, time to day dream, time in nature, time to find and follow their interests.
Self-regulation skills.  As well as therapy, there are many self-regulation and self-healing skills that everyone can learn that really help to restore peace and calm when strong emotions threaten to dominate the scene.  I’ll share with you some of the tools that work for me and for many parents that I help:
Reconnecting with your heart. This simple act of putting your hand on your heart and asking; “what am I feeling, what do I need?” helps us reconnect with our inner world in a positive way. The response might be “I feel stressed!  I feel angry!  I need to slow down,  I need to ask for help, I need to cross something off today’s list of activities.”  Try it!
“Name it to tame it” is a phrase coined by author and psychiatrist Dr Daniel Siegel.  There’s a lot of power in simply naming what we’re feeling.  When we tell our child “you’re making me so angry”, we give them the message that they control how we feel and it’s their responsibility to keep us happy.  Whereas, when we say “I feel angry, I really need to slow down and relax”, we show them that we can not only identify and be honest about how we feel, but also take responsibility and relieve them of responsibility for our feelings.  This really is fantastic modelling for our children.  The child who can clearly express that they’re angry is more likely to seek support and less likely to take their anger out on others.  I love how, in response to enquiring “you seem really stressed, what do you need?” my children often reply with simple expressions like “I’m angry”, “I feel overwhelmed”, “everything feels really hard at the moment”, “I feel like I need to scream”. When such feelings are expressed, accepted and understood, the emotional charge can dissipate significantly.
Positive self-talk.  We tend to respond to our emotions with similar words and messages that our parents responded to our emotions.  Becoming mindful of our self-talk and consciously practicing empathic and supportive messages, we begin to re-parent ourselves.  Being kind to ourselves creates the foundation for kindness to others.  For example instead of berating yourself for feeling angry and overwhelmed, you might say to yourself “it’s ok, this is just a tough moment, it’s okay to feel what I’m feeling”.
Simply sitting. There’s a Chinese proverb that says “If you are patient in one moment of anger, you will escape a hundred days of sorrow."  Even though anger can give us physical super powers, attacking the housework in a manic passive aggressive frenzy can be pretty scary and overwhelming for our kids and isn’t the best modelling!  When we become overly stressed, our system becomes flooded with stress hormones, everything speeds up, our breathing, our thinking becomes irrational, our tone of voice intensifies and we speak faster, which every child knows to be a warning sign!  Simply sitting down in an arm chair or even lying on the ground or the grass slows everything down, totally changes the dynamic with our child and gives us a chance to emotionally re-stabilize.  This modelling teaches our children what they can do in overwhelm.
Visualizing a red stop sign.  To help you hold back from speaking words or taking action that you’ll later regret and need to repair with your child, if you just remember one thing, remember a red stop sign.  When feeling emotionally charged, it’s hard to remember the theory, but the brain responds very well to visual messages and bringing to mind a red stop sign, or even better creating or printing a drawing to put up on the wall, may help you stop and slow down enough to begin to remember some more positive things you can do.  If you draw or print one, you could write some key reminder words on it like; "breathe", "centre", "de-stress".
Fresh air brings a fresh perspective.  When stresses rise in the family, the walls can start to close in, everywhere we look jobs demand our attention.  Being in nature helps us decompress and relax. The sights, sounds and smells of nature remind us of life’s small pleasures and help to put things back in perspective.  Most people can literally feel the stress starting to drain away when they put their bare feet on the earth.  Looking up at the sky, looking out to nature helps us lift up and out of the scenario that we’ve got ourselves tightly wound into.
I can see clearly now … Once we return to a calm state, many options open up.  We again remember our child’s goodness and can reconnect and repair after conflicts.  Our child feels and experiences our emotional storms and instinctively protects themselves by muffling the communication. Yet when a parent restores calm inviting communication, their child’s usually right there waiting for them, power struggles dissipate and warmth, connection, cooperation and humour return to the scene.
Written by Genevieve Simperingham, founder of the Peaceful Parent Institute in New Zealand, parent coach, educator and holistic counsellor.

Other resources that may be helpful:

I also recommend buying the recorded audio download of a "Getting Back on Track - Why we Explode" teleseminar on the same subject with myself and Patty Wipfler of Hand in Hand Parenting.  Parents often describe how the information comes to life for them when they hear Genevieve explain the concepts, and Patty and Genevieve's combined wisdom provides an incredibly rich resource for parents to listen to again and again.
Genevieve's Stress Relief for Parents (featured in the right side bar) has been developed to help parents reduce their stress levels and learn and practice emotional self-regulation skills, as well as having a guided relaxation that is effective not just for adults but in helping children settle at night.


2 Ocak 2017 Pazartesi

Çocuk ve Ergenlerde EMDR

Çocuk ve Ergenlerde EMDR ile ilgili görsel sonucu
EMDR diğer birçok terapi modeline görece yeni bir yöntemdir. Çocuk ve ergen terapilerinde çeşitli versiyonları ile kullanımı ise çok daha yenidir. Bu kadar yeni bir teknik olmasına rağmen, yapılan araştırmaların sonuçlarına bakıldığında oldukça olumlu değişimler sağladığı gözlemlenmektedir. EMDR, çocuk ve ergenler ile çalışan terapistler için yeni bir kapı açmıştır. Bu tekniğin çeşitli versiyonlarını geliştirerek uygulamalarına fırsat yaratmış, dolayısıyla terapide kullanılan araçların zenginliği açısından olumlu katkı sağlamıştır.

EMDR’ın kullanıldığı çocuk ve ergen terapilerinde aslında gerekli olan destek ve materyaller diğer terapi modelleri ile benzerlik göstermektedir. Her terapi modelinde olduğu gibi EMDR’da da ailenin işbirliğine ve tedaviye destek vermelerine oldukça fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca, tedaviye kendi arzusu ile başvurmamış olan çocuğa veya ergene motivasyon sağlamayabilmek tüm terapilerde olduğu gibi EMDR’da da önemlidir. Terapi ile ilgili çok fazla bilgisi, ilgisi, sözel becerisi ve gerekli dikkati olmayan çocuk veya ergeni motive etmek terapi kazanımlarının kalitesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Çocuk ve ergenlerle EMDR uygulaması yapılırken standart protokol üzerinde çeşitli değişimler yapılabilir. Terapist ile çocuk veya ergen terapi hedefini belirlerken olayın sebebi üzerinde daha fazla duralabilir, bu çocuğun veya ergenin terapiye olan motivasyonunu arttırma açısından önemli bir faktördür. Ayrıca, terapi hedefinin basamaklar şeklinde küçük küçük hedeflere bölünmesi daha çok motivasyon sağlamaktadır. Çocuk ve ergenlerle çalışırken daha açık ve net olmak, hayal gücünü kullanma oldaklı çalışmak, kognisyonlar, duygular ya da vücuttaki hisler üzerinde çok fazla odaklanmamak, sözel artikülasyona takılmamak tercih edilir. Protokolün bazı basamakları çocuk veya ergenin ihtiyaçlarına göre uzatılabilir ya da kısaltılabilir, hatta bazen tümüyle çıkartılabilir. Çoğunlukla, çocuk ve ergenlerin EMDR süreci yetişkinlerinkine oranla biraz daha hızlı olmaktadır.
Çocuklardaki Fobik Tepkiler ve EMDR Özgül fobi, net olarak görülebilen belirli nesne veya mekanlardan, belirgin (göze çarpan şekilde) ve sürekli olarak korkmadır. Fobilerin genellikle tüm nüfusta görülmediği, bazı insanlara özgü olduğu kabul edilir. Bu çalışmada EMDR, yaşları 6 ile 17 arasında değişen, spesifik fobinin kaynağıyla doğrudan ve hoş olmayan bir tecrübesi olan toplam 15 çocuğa uygulanmıştır. 1-4 arasında seans yapılmıştır. Çalışmaların sonucu çocukların korkularının kaynağını ifade edebildiklerini, “kötü resim” ile ilgili düşünebildiklerini, duygu ve vücut hislerini tanımlayabildiklerini göstermektedir. Tüm çocuklar EMDR prosedürünü sonuna kadar tamamlayabilmiştir. Çalışmanın sonuçları ve daha sonra yapılan takip çalışmaları, çocukların korkularının üstesinden gelebildiklerini ve bu korkularla baş edebilmek için yeni beceriler öğrendiklerini göstermiştir.

Çocuklarda Dolaylı Korkular ve EMDR 
EMDR, travmatik olaylar sonrasında çocuklarla çalışırken sıklıkla kullanılan bir metot olmasına rağmen, fobik çocuklarla çalışırken oldukça az kullanılmaktadır. Bu çalışma 7 ile 13 yaşları arasında, dolaylı korkuları olan 23 çocuk ile yürütülmüştür. Çocukların yaşadığı korkular arasında hırsız, evin karanlık yerlerine yalnız başına gitme, köpek tarafından ısırılma korkuları yer almaktadır. Çalışmaya katılan çocukların bir kısmının tedavisi sırasında yalnız EMDR kullanılırken, bazılarında EMDR’a ek olarak sanat terapisi ve kognitif davranışçı terapi de terapi sürecine dahil edilmiştir. Bu çalışma, EMDR’in çocukların gerçek yaşantılara dayanmaya korkuları ile çalışılırken de kullanılabileceğini göstermektedir. Bütün çocuklar, korkularını sembolize eden resimleri ile güvenli yerlerini adlandırabilmiş, birçoğu korkuları ile ilgili olan olumsuz bilişlerini bulabilmiş, duygularını ve bedensel duyumlarını tanımlayabilmişlerdir. Yaşları daha küçük olan çocuklar SUDS puanlarını resim ölçeğinden yararlanarak belirlemişlerdir. Bütün çocuklar, korkuları ile ilgili olası durumları gözlerinde canlandırabilmiş ve bu olaylara bağlı olan duygu ve bedensel duyumları hissedebilmişlerdir. Yine bütün çocuklar, terapi sürecinde kendilerine korkuları ile başa çıkmada yardımcı olacak kendilerine özgü bir sonuca ulaşabilmişlerdir. Çalışmadan sonra yapılan takipte terapiden kazanımların korunduğu görülmüştür. 

EMDR Nedir?

EMDR Nedir? ile ilgili görsel sonucu




EMDR, Türkçe açılımıyla Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme, güçlü bir psikoterapi yaklaşımıdır. Bugüne kadar her yaştan yaklaşık 2 milyon kişinin farklı tiplerde psikolojik rahatsızlıklarının başarıyla tedavi edilmesini sağlamıştır.

EMDR Nasıl Geliştirildi?

EMDR’nin gelişimi 1987 senesinde, Dr. Francine Shapiro’nun göz hareketlerinin rahatsız edici düşüncelerin şiddetini azaltabildiğini tesadüfen keşfetmesiyle başladı. Dr. Shapiro bu etkiyi travmaya maruz kalmış kişiler üzerinde bilimsel olarak inceledi ve tedavide sağlanan başarıyı gösteren çalışmasını yayınladı (Journal of Traumatic Stress, 1989).

O tarihten itibaren EMDR, tüm dünyadan terapistlerin ve araştırmacıların katkılarıyla hızla gelişti. Günümüzde EMDR, birçok farklı terapi ekollerinden ögeleri içeren, farklı tanı almış durumlara özel standartlaştırılmış protokolleri bulunan, bütüncül bir terapi yöntemidir.

EMDR Nasıl İşliyor?

EMDR teorisinin altyapısını oluşturan Adaptif Bilgi İşleme Modeline göre beyin, fizyolojik temelli bir sistemle, her yeni deneyim aracılığı ile kendisine ulaşan bilgiyi işler ve işlevsel hale getirir. Duygu, düşünce, duyum, imge, ses, koku gibi bilgiler işlenip ilişkili anı ağlarına bağlanarak bütünleşir. Böylece o deneyimle ilgili öğrenme gerçekleşir. Edindiğimiz bilgiler gelecekte tepkilerimizi uygun bir şekilde yönlendirmek üzere depolanmış olur.

Bu sistem normal çalıştığında ruh sağlığını ve insan gelişimini öğrenme yoluyla desteklediği için adaptif, uyumlu bir mekanizma olarak kabul edilir.

Travmatik veya çok fazla rahatsız eden olaylar yaşandığında bu sistem bozuluyor gibi gözükmektedir. Yeni bilgi işlenip mevcut anı ağına entegre olmaz. Deneyimi anlamlandırabilmek için anı ağlarındaki işlevsel bilgilerle bağlantı kurulamaz ve akıl sağlığına uygun sonuçlar çıkarılamaz. Sonuç olarak öğrenme gerçekleşmez. Duygular, düşünceler, imgeler, sesler, beden duyumları yaşandığı haliyle depolanır. Bu nedenle bugün yaşanan bazı durumlar bu izole kalmış anıları tetiklerse, kişi o anının bir kısmını ya da bütününü yeniden yaşar gibi etkilenir.

EMDR’ye göre rahatsızlıkların, olumsuz duygu, düşünce, davranış ve kişilik özelliklerinin arkasında uyum bozucu, işlev bozucu, işlenmeden ve izole bir şekilde depolanmış bu tür anılar yatar. Kişinin kendisi ile ilgili olumsuz inançları (örn: Ben aptalım), olumsuz duygusal tepkileri (başaramamaktan korkma) ve olumsuz somatik tepkileri (sınavdan önceki gece karın ağrısı) problemin kendisi değil, semptomları, bugünkü dışavurumlarıdır. Bu olumsuz inanç ve duygulara yol açan işlenmemiş anılar şimdiki zamandaki olaylar tarafından tetiklenmektedir.

Doğal afetler, büyük kazalar, kayıplar, savaş, taciz, tecavüz gibi önemli travmaların yanı sıra, başta çocukluk çağı olmak üzere her yaşta yaşanan ve etkisi travmatik olan her tür yaşantı; günlük hayatta aile, okul, iş çevresinde yaşanan olumsuz olaylar, şiddete maruz kalmalar, aşağılanmalar, reddedilmeler, ihmal ve başarısızlıklar işlenememiş anılar arasında yer alabilirler.

EMDR, bu tür izole anıların işlenmesini sağlayan fizyolojik temelli bir terapidir. Beynin zamanında yapamadığı işlemi yapmasını sağlar. Kilitli kalmış anı ile diğer anı ağları arasında ilişki kurulması, öğrenmenin sağlanarak bilginin adaptif bir şekilde depolanması mümkün olur. Danışan artık rahatsız olmaz ve anıyı yeni ve sağlıklı bir perspektiften görür.

EMDR terapisi ile sadece semptomlar ortadan kalkmaz. Yeni bakış açısının kazandırdığı pozitif inançlar ve olumlu duygular kişinin kendisine, ilişkilerine, dünyaya bakışını da olumlu yönde değiştirip kişisel gelişim sağlar.

EMDR Terapisi Nasıl Uygulanır?

EMDR terapisinde 8 aşamalı, üç yönlü (geçmiş, şimdi, gelecek) bir protokol uygulanır. Hedef, geçmişte yaşanan anıların yeniden işlenerek duyarsızlaşmanın sağlanması, bugünkü semptomların tedavisi, danışanın gelecekte karşılaşacağı benzer sorunlar karşısında, kazandığı olumlu inanç ve duyguların geliştirdiği yeni bakış açısının yönlendirdiği davranışları gösterebilmesidir.

EMDR Protokolü

Danışan Geçmişi: Semptomlar ve sorunların kaynağı olan anılar ve gelecekle ilgili hedefler belirlenir ve tedavi planı oluşturulur.
Hazırlık: Danışan EMDR hakkında bilgilendirilir, işlemlemeye hazır hale getirilir.
Değerlendirme: Terapist, danışanın hedef anıyı temsil eden resmi, bu resimle ilgili bugünkü negatif inancını ve duygularını, bedenindeki hislerini ve yerini ve arzuladığı pozitif inancını belirlemesine yardımcı olur.
Duyarsızlaştırma: Bu aşamaya danışanın anıyı temsil etmek üzere seçtiği resme odaklanması, negatif inancını düşünmesi, negatif duygularını yaşaması ve tüm bunların bedeninde yarattığı değişimi hissetmesi ile başlanır. Ardından danışan zihnini serbest bırakır. İçeriğini veya nereye doğru gittiğini kontrol etmeden zihninden geçen herşeyin farkına varır.

Danışan işlemleme sırasında terapistin iki yöne hareket ettirdiği parmağını gözleriyle takip eder. Danışanının zihninden geçenlere ve göz hareketlerine aynı anda dikkatini vermesinin, beynin sağ ve sol yarımküresini ilişkiye geçirdiği düşünülmektedir.

Beyin, yaşantılardan gelen bilgiyi REM uykusu (Hızlı Göz Hareketli Uyku) sırasında işler. EMDR'de uygulanan çift yönlü göz hareketlerinin benzer bir  fizyolojik etkiyi, uyanıkken sağlayabildiği öngörülmektedir. Aynı zamanda, çift yönlü işitsel uyarım, çift yönlü dokunma gibi farklı uyarımlardan da yararlanılmaktadır.

Terapist her setten sonra, danışana zihninden geçenleri sorar, işlemlemeyi kontrol eder  ve tüm süreçte danışana rehberlik eder. Anı ve danışanın kendisi ile ilgili pozitif düşünce ve inançları (örn: Elimden gelen herşeyi yaptım) arasında bağlantı kuruluncaya ve anı daha az rahatsızlık verir hale gelinceye kadar işleme sürdürülür.

Yerleştirme: Danışanın pozitif inancını pekiştirmek amacıyla setler uygulanır.

Beden Tarama: Danışanın bedenini taraması ve rahatsızlık veren bir duyum varsa işlenmesi sağlanır.

Kapanış: Terapist danışana geribildirimde bulunur, gerektiğinde rahatlatacak bazı teknikleri uygular, seanstan sonra neler olabileceğini anlatır. Psikolojik tepkileri hakkında kısa notlar almasını ister.

Yeniden Değerlendirme: Bir önceki seansın değerlendirilmesi yapılır. Terapist önceki seansta ulaşılmış pozitif sonuçların yerleşip yerleşmediğini kontrol eder. Ayrıca danışandan gelen yeni verileri değerlendirir. Bu değerlendirmeler sonucunda işlemleme süreci devam eder veya diğer anılarla çalışılmaya başlanır.

İşlenmemiş, geçmiş ve yakın zaman anı veya anıların işlenmesi tamamlandığında bugünkü rahatsızlık veren semptomlar da büyük ölçüde kaybolur. Yine de her bir semptom tekrar taranır ve gerekirse işlenir. Böylece protokolün Geçmiş ve Bugün aşamaları tamamlanır ve Gelecek aşamasına gelinir.

Terapist danışandan daha önce belirlenmiş, işlevsel olmayan tepkileri harekete geçiren her bir güncel tetikleyici durum için arzu ettiği davranışları belirtmesini ister. Terapist ve danışan beraber arzu edilen davranışların sergilendiği senaryolar hazırlar. Danışan bu senaryoları adım adım hayalinde yaşar ve rahatsızlık veren noktalarla karşılaşılırsa işlenir. Gerekirse danışana yeni bilgi ve beceriler kazandırılır. Böylece danışanlar daha önce sorun yaşadıkları durumlarla başetmeye hazır hale gelirler.

EMDR Ne Kadar Sürer?

EMDR terapi literatüründe 'kısa süreli terapiler' grubunda yer alır. EMDR tedavisinin ne kadar süreceği sorunun tipi, danışanın bugünkü yaşam koşulları, önceki travmaların sayısı ve etkisi ile bağlantılıdır. Her kişinin bilgileri kendi değerleri ve deneyimleri doğrultusunda kendine has bir biçimde işlemesi de süreyi etkiler.

EMDR'nin Etkinliği Kanıtlandı mı?

Sayıları 20'ye yakın kontrollü araştırma sonucunda EMDR’nin danışanların çoğunluğunun travma sonrası stres semptomlarını etkili bir biçimde azalttığı veya yok ettiği, genellikle psikolojik sorunları ile bağlantılı olan semptomlarda da (endişe gibi) azalma sağladığı görülmüştür. EMDR birçok uluslararası sağlık ve devlet kurumu tarafından da etkili bulunmaktadır. Bunlardan bazıları:

Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO, World Health Organization)
Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Association)
Uluslararası Travmatik Stres Çalışmaları Birliği (International Society for Traumatic Stress Studies)
Amerika Savaş Gazileri Bakanlığı (U.S. Department of Veterans Affairs)
Amerika Savunma Bakanlığı (U. S. Department of Defense)
Birleşik Krallık Sağlık Bakanlığı (United Kingdom Department of Health)
Ulusal İsrail Akıl Sağlığı Kurulu (Israeli National Council for Mental Health)

Daha fazla bilgi aşağıdaki web sitelerinde bulunabilir:

EMDR International Association: www.emdria.org.
EMDR Europe: www.emdr-europe.org
EMDR Institute: www.emdr.com
EMDR Türkiye: www.emdr-tr.org
KAYNAKLAR:
1. 
Shapiro, F., Eye Movement Desensitization and Reprocessing: Basic Principles, Protocols and Procedures, 2nd Edition, Guilford Press, Newyork, 2001.
2. Shapiro, F. , EMDR Terapisi Teknikleri ile Acı Anıları Silmek, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2012.
3. Royle, L. , Kerr, C. , Integrating EMDR into your Practice, Springer Publishing Company, Newyork, 2010.
4. Parnell, L. , EMDR in the Treatment of Adults Abused as Children, W.W. Norton & Company, Newyork, 1999.
5. Kavakçı, Ö. , Ruhsal Travma Tedavisi için EMDR, HYB Basım Yayın, Ankara, 2012.
6. EMDR Treatment and Training Manual / Level 1, EMDR Institute.Inc,2002 (Türkçe'si yayımlanmamış metin,DBE).
7. EMDR Treatment and Training Manual / Level 2, EMDR Institute.Inc, 2002 (Türkçe'si yayımlanmamış metin, DBE).
8. Facilitator Guidelines, Policies and Training Handbook, EMDR Institute.Inc, 2002 (Türkçe'si yayımlanmamış metin, DBE).
9. EMDR as an Integrative Psychotherapy Approach, Edited by Shapiro F., American Psychological Association, Washington, DC, 2002.
10. Grand, D., Işık Hızında Duygusal İyileşme – EMDR, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2005.
11. Professional Brosure; EMDRIA (EMDR International Association) Press, 2005.
12. Ören, E., Solomon, R. ,  EMDR Therapy: An overview of ist Development and Mechanisms of Action, Ç: Önder Kavakçı, EMDR Türkiye E-Bülteni, Sayı 2, Ocak 2013.