27 Ocak 2013 Pazar

İlk Zihinsel Engelli Çocuklar Yurdu Açılıyor!


İlk Zihinsel Engelli Çocuklar Yurdu Açılıyor!



Milli Eğitim Bakanlığı 14 dönümlük arazisini verdi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da Türkiye’nin ilk engelli çocuklar yurdu için kolları sıvadı.
Engelli çocukların ailelerinin en büyük endişesi öldükten sonra yavrularının sahipsiz kalacak olması. Her engelli çocuk sahibi ailenin yaşadığı bu korku ve endişe için Türkiye'de iki bakanlık ilk defa gerçekleştirilecek bir proje için ortak adım attı.

İzmir'de açılacak Türkiye'nin ilk engelli çocuklar yurdu için Milli Eğitim Bakanlığı 14 dönümlük arazisini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na devretti.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 8 milyon liraya mal olacak olan engelli çocuklar yurdunun otel konseptinde hizmet verecek 2 katlı ve 200 yatak kapasiteli olması planlanıyor.Sosyal aktivite salonlarına da yer verilecek olan yurtta, zihinsel engelli çocuklar barındırılacak.

Türkiye'nin ilk engelli çocuklar yurdu olacak olan söz konusu proje pilot olarak İzmir'de hayata geçirilecek. Yurdun tamamlanıp hizmete açılmasıylaTürkiye'nin dört bir yanından ihtiyaç sahibi zihinsel engelli çocuklar faydalanabilecek. Bir arada yaşama duygusunun kazanılması açısından eğitici bir görev üstlenecek olan yurtta kalacak olan zihinsel engelli çocuklar okul hayatlarına da devam edecek, okul atölyelerinde üretim yapacak ve hatta para kazanabilecekler.

İzmir'de yapımı gerçekleşecek olan engelli yurdunda kalacak çocukların ailelerinden hiçbir ücret talep edilmeyecek ve çocukların tüm masrafları devlet tarafından karşılanacak.

Yağmur Çocuklar İkinci Etkinliklerinde Büyüledi


Yağmur Çocuklar İkinci Etkinliklerinde Büyüledi


İzmir'in başarılı iş kadınları dün akşam otistik çocuklar için tek yürek oldu. Kadın Meclis Üyeleri Derneği (KAMED) tarafından İzmir'deki otistik çocuklar yararına hayata geçirilen "Yağmur Çocuklar" projesi kapsamındaki ikinci etkinlik önceki akşam Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde gerçekleştirildi. İzmir'in iş ve toplum yaşamında önde gelen kadınları, gecede otistik çocuklarla tango yaparken, birlikte şarkılar söylediler. Etkinliğin sonunda Vali Kıraç, eşi Berrin Hanım, geceye damgasını vurup Türkiye'de bir ilke imza atan İzmirli kadınlar ve otistik çocuklar hep birlikte dans etti. Geceden ve bundan sonra aynı çerçevede yapılacak etkinliklerden elde edilecek gelir, Anadolu Otizm Eğitim ve Mücadele Vakfı, Konak Moris Bencuya Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi, Sabahat Akşiray Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi'ne bağışlanacak.

Ünlü sanatçılar geldi

Sunuculuğunu Ayçe Dikmen'in yaptığı gecede İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç ve eşi Berrin Kıraç, Devlet eski Bakanı Işılay Saygın, CHP Parti Meclisi Üyesi Faruk Demir'in yanı sıra İzmir iş, sanat ve cemiyet hayatının önemli isimleri yerini aldı. Etkinlik Sabahat Akşiray Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi Mehter Takımı'nın konseri ile başladı. Daha sonra Konak Moris Bencuya Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi öğrencilerinin dans gösterileri ile devam etti. Uluslararası üne sahip perküsyon sanatçısı Okay Temiz, otistik çocuklar ve gönüllü kadınlarla birlikte müzik resitali sunarken, bu şovun ardından İzmir'in yetiştirmiş olduğu dünyaca ünlü piyanist Burçin Büke yağmur çocuklarından Ateş Güldoğan ile birlikte mini bir konser verdi. Ünlü keman sanatçısı Tuncay Yılmaz, müzikte önemli başarılara imza atan otizmli Cem Vardarcı ile sahnedeki yerini alırken, ünlü türkücü Faruk Demir de "Sarı Saçlım Mavi Gözlüm" adlı eseri seslendirdi.

Otistik çocuklarla tango

Gecede İzmir'in önde gelen kadınlarından Filiz Eczacıbaşı Sarper, İrem Pehlivanoğlu, Melis Barçın, Ayşe Akın, Yeşim Veryeri, Seda Kaya, Deniz Sakman, Gülnur Vural, Özgür Yasemin ve Defne Atakan, Sabahat Akşiray Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi Tango grubu ile sahnedeki yerlerini aldı. Haftalar boyunca devam eden provaların ardından başarılı bir şekilde tango yapan kadınlar ve otistik çocukları yüzlerce davetli alkışları ile ödüllendirdi.

Etkinliğin son bölümünde ise kente damgasını vuran kadınlar ve otistik çocuklar koro ve solo olarak verdikleri konserle büyük alkış aldı. 40 başarılı kadın koro oluşturarak şarkılara eşlik ederken, işkadını Özlem Akgermen, Yaren Koşucuoğlu ile birlikte "Que Sera" isimli şarkıyı seslendirdi. İlk düetin ardından işkadını Berna Noyaner, Songül Özergönenli ile birlikte "Dönülmez Akşamın Ufkundayız" adlı eseri icra ederken, işkadını Berkay Eskinazi de Burak Koçulu ile birlikte "Buruk Acı" şarkısını söyledi. "Annem Annem" adlı şarkıyı söyleyen işkadını Zehra Paker ve Özge Çeltik salonda duygusal anların yaşanmasına neden olurken, "Samanyolu"nu seslendiren işkadını Betül Elmasoğlu ve Umut Arslan büyük beğeni topladı.

Tükiye'de bir ilke imza attılar

Yeni Asır Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Bursalı da, Doğuş Derici ile söyledikleri "Yemeni Bağlamış Telli Başına" şarkısıyla salonda tempoyu yükselttti. Final ise Aylin Süphandağlı'nın Mertcan Bekdemir ile söylediği Barış Manço'nun "Anlıyorsun Değil mi?" şarkısı yapıldı. Etkinliğin sonunda Vali Kıraç, eşi Berrin Hanım, geceye damgasını vurup Türkiye'de bir ilke imza atan İzmirli kadınlar ve otistik çocuklar hep birlikte dans etti.



Geliri eğitime aktarılacak

İzmir'de 10 bin otizm hastası olduğunu ve bunların çok az bir bölümünün eğitim gördüğünü vurgulayan KAMED Yönetim Kurulu Başkanı Ayşe Akın, otizme dikkat çekmek ve daha çok otistik çocuğun eğitim görmesi için başlattıkları "Yağmur Çocuklar" projesi kapsamında ikinci etkinliğe imza attıklarını belirtti. Akın, "Bu gece birbirinden farklı gösterileri otistik çocuklarla birlikte sahneledik. Elde edilecek gelirler Anadolu Otizm Eğitim ve Mücadele Vakfı, Konak Moris Bencuya Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi, Sabahat Akşiray Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi'ne bağışlanacak. Tüm kadınlarımızı destekleri için davet ediyorum. Bu projeye İzmirimiz sahip çıktı. Katkı koymak isteyenler bize
0 232 463 63 24 numaralı telefondan ve ayseakin@yagmurcocuklari.org Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir adresinden ulaşabilir" dedi.


4 etkinlik daha yapılacak

Başkan Ayşe Akın ayrıca 4 organizasyona daha imza atacaklarını belirtirken, şöyle konuştu: "Şubat ayında Fashion Week defilesi, Mart'ta İsmail Acar resim sergisi, Nisan'da Kütahya Porselen seramik sergisi ve son olarak da Mayıs'ta Spor ve Kültür Şenliği düzenleyeceğiz. Tüm bu organizasyonlar bitince toplam geliri kamuoyu ile paylaşıp belirttiğimiz kurumlara aktaracağız."

26.01.2013 - Yeni Asır

26 Ocak 2013 Cumartesi

Down Sendromu, nedir O?


Down Sendromu, nedir O?
Down Sendromlu çocuk sahibi ailelerin en büyük düşmanı bilgi eksikliğidir. Bu yüzden, "Down Sendromu nedir?" sorusunu cevaplamaya çalışacağız. Bunu yaparken kullanacağımız bazı terimler size  yabancı gelse de endişelenmeyin, bunların daha doyurucu açıklamalarını gönüllü ailelerimizde bulacaksınız.




En basit tanımıyla Down Sendromu çocuğunuzun vücudundaki hücrelerin 46 yerine fazladan bir kromozoma, yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Down Sendromu bir hastalık değil genetik bir farklılıktır.

İnsan vücudunu oluşturan hücrelerin çekirdekleri, kromozomlarla birbirlerine bağlanmış olan genlerden oluşmuştur. İşte bu genler ve kromozomlar fizyolojik ve kişilik yapımızın ana unsurlarıdır, dolayısıyla çocuğunuzun fazladan sahip olduğu bir kromozom onun hayatını etkileyecektir. Kromozom anomalilerinin çoğunda embriyo gelişemez. Down Sendromu embriyonun gelişimini tamamlayabildiği bir durumdur.

Çocuğunuzun fiziksel görünümü diğer çocuklardan biraz farklı olabilir, bir takım sağlık sorunları bulunabilir. Fakat unutmayın ki, bazı çocukların sarı saçlı, bazılarının mavi gözlü olması gibi sizin çocuğunuzun da Down Sendromlu olması bir genetik farklılıktır.

Down Sendromu konusunda iki şey kesindir. Birincisi, Down Sendromunun kaynağı anne-baba değildir ve hamilelik öncesi veya sırası olan hiç bir şey çocuğun Down Sendromlu doğmasına yol açmaz. İkincisi, diğer çocuklar gibi Down Sendromlu çocukların da kendilerine özgü kişilikleri, yetenekleri ve düşünceleri vardır. Diğer çocuklar gibi onlar da farklı kişiliğe sahip bir birey olarak büyüyeceklerdir.

Dünyanın her yerinde ve tüm insan ırklarında Down Sendromu mevcuttur ve zamanla ortaya çıkan bir durum değildir. Down Sendromlu insanların, insanoğlunun oluşumundan beri var olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla Down Sendromunu yaşamın doğal bir parçası olarak kabul etmek yanlış olmasa gerek.

15 Ocak 2013 Salı

Fenilketonüri

Fenilketonüri

Fenilketonüri, Fenilalanin hidroksinaz enzim
aktivitesindeki defekt sonucu gelişen KALITSAL, METABOLİK bir hastalıktır. Fenilketonürili çocuklar, proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin aminoasidini, karaciğerde parçalayamaz. Bunun sonucunda da kanlarında artmış olan fenilalanin, gelişmekte olan beyinlerini etkiler.


Çocuğun sinir sisteminde hasar meydana gelmesinin yanı sıra, ileri derecede zeka özürü de oluşur. Diğer bebekler gibi oturma, yürüme, ve konuşma becerilerini kazanamaz. Beyin gelişimleri normal olmadığından başları da küçük kalır.
Erken teşhis edildiğinde fenilketonüri tedavi edilen bir hastalıktır!

Bebeğin beyni, bu hastalıktan etkilenmeden yani ilk birkaç ay teşhisin konulması gerekir. Ancak, özel gıdalarla beslenmedikleri taktirde, fenilketonürili çocuklar 5-6 aylık olduktan sonra zekalarında gerileme belirgin hale gelir. Bu nedenle, 12 yaşına gelinceye kadar, özel üretilmiş un ve şehriye içeren gıdalarla beslenmelidirler.
Belirtileri Nelerdir?
Bebek 2 aylık olduktan sonra;
Akranlarından geri kalma,
Başını tutamama,
Aşırı vücut hareketleri,
Kusma veya sara nöbetleri,
İdrarda küf kokusu,
ile kendini belli eder.
Her yeni doğana Gutrie testinin uygulanması ve ilk 15 gün içerisinde özel bir filtre kağıdına topuktan bir damla kan alınması gerekir.

Hastalığın ülkemizde görülme oranı yüksektir.
Akrabalar arasındaki evliliklerin büyük oranda süregelmesi ülkemizde bu hastalığın çarpıcı bir sıklıkta görülmesine neden olmaktadır.
Fenilketonüri hastalığı ile doğan çocuk hayatın ilk günlerinde tanımlanıp uygun diyet tedavisine alındığında beklenen zeka düzeyine erişilebilmektedir.
Hastalığın tedavisi fenilalanin içermeyen yada önemsenmeyecek kadar düşük fenilalanin bulunan özel ilaç niteliğindeki mamalarla mümkündür.


Fenilketonüri nadir görülen kalıtsal metabolik hastalıklardan biridir. Anne ve babasında hastalık yapmayan bozuk genleri alan bir çocuk fenilketonüri hastalığı ile doğmaktadır. Anne ve babanın taşıyıcı olması halinde bu çiftin her çocuğunda görülme ihtimali % 25 dir. Fenilketonüri, toplumumuzda hala yeterince bilinmemekte ve tedavi edilmediği taktirde çocuğun ömür boyu özürlü kalmasına sebep olmaktadır. Bu hastalıkla doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir amino asidi sindiremezler, sonuçta kanda ve diğer vücut sıvılarında biriken fenilalanin ve artıkları, çocuğun gelişmekte olan beynini harab eder ve ileri derecede zeka özürlü olmasına, sinir sistemini ilgilendiren daha bir çok belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur. Fenilketonüri Amerika'da ve bir çok Avrupa ülkesinde her 10.000-30.000 yenidoğanda bir görülmesine karşın ülkemizde 3.000-4.000 yenidoğanda bir görülmektedir. Türkiye fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü ülkelerden biridir. Ülkemizde akraba evliliklerinin sıklıkla yapılması anne ve babanın taşıyıcı olduğu bu gibi hastalıkların yüksek sıklıkta izlenmesine neden olmaktadır. Akraba evliliği hastalığın görülme sıklığını artırıyor olsa da, akraba olmayan bireylerin de çocukları hastalıklı doğabilir. Çünkü Türkiye'de her 100 kişiden 4 ü bu hastalık açısından taşıyıcı durumundadır.
Hayatın ilk bir kaç ayı içerisinde fenilketonüri hastalığı olan bebekler sağlıklı bebeklerden ayırt edilemez. Fenilketonürili çocuklarda 5-6 aylardan sonra zekadaki gerileme belirgin hale gelir. Akranlarından farklı olarak oturma, yürüme ve konuşma gibi becerileri kazanamazlar. Beyin gelişimleri normal olmadığından başları da küçük kalır. Ayrıca kusma, aşırı el, kol, baş hareketleri, havale nöbetleri, ciltte döküntüler, idrar ve terin küf gibi kokması hastalığın önemli belirtilerindendir. Bu çocukların % 60’ında göz, kaş ve cilt rengi anne-babaya göre daha açıktır.
Fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğin, beyni etkilenmeden, erken olarak tanınması çok önemlidir. Bu amaçla geliştirilmiş her yenidoğan çocuğa uygulanabilen bir tarama testi vardır. Doğumdan 72 saat sonra özel bir filtre kağıdına alınan 2 damla kan teşhis için yeterlidir. Hasta bebek hayatın ilk günlerinde tanındığında uygun diyet tedavisi ile zeka geriliği önlenebildiği için gelişmiş ülkelerde tüm yenidoğanların fenilketonüri yönünden taranması zorunluluğu vardır.

Fenilketonüri erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavide genel ilke gıdalar ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisinde fenilalanini çok azaltılmış ya da fenilalanin içermeyen özel ve ilaç niteliğinde mamaların ve tıbbi ürünlerin kullanılması gereklidir. Fenilketonüri yenidoğan taraması ile saptanıp ilk 3 ayda tedaviye başlanmaz ise hastalığın şiddetine uyan zihinsel özür gelişmesi kaçınılmazdır. Tedaviye mümkün olduğunca erken başlanması zihinsel performansı olumlu etkileyecektir.
Hastanın belli aralarla beslenme durumu değerlendirilmeli, kan fenilalanin ve tirozin düzeyi ölçülmeli ve ölçüm düzeylerine göre diyeti ayarlanmalı, zihinsel gelişimi izlenmelidir. İlk 2 yaşta haftada iki kez, 2-4 yaş arasında haftada bir, 4-10 yaşlarda 15 günde bir, daha sonra ise ayda bir kez kan fenilalanin düzeyi ölçülmelidir. Kan fenilalanin düzeylerinin 0-12 yaş arası 2-6 mg/dl,12 yaşından sonra 2-11 mg/dl, fenilketonürili hastanın gebeliği süresince ise 2-4 mg/dl değerleri arasında tutulması gerekir.
Tedavi en az beyin dokusunun en hızlı geliştiği hayatın ilk 8-10 yılı boyunca çok iyi şekilde uygulanması gerekmekle birlikte diyet tedavisi yaşam boyu olmalıdır. Yenidoğan döneminde diyet tedavisi başlanmış fenilketonürili hastalar, yetişkin olduklarında diyeti bırakırlarsa algılamada güçlük, dikkat azalması gelişmektedir.
Anne sütü bebeklerin büyüme ve gelişmesi için gerekli olan bir besindir. Fenilketonürili bebekler de anne sütü ile birlikte fenilalaninsiz karışımlar (tıbbi mama) kullanılarak ve kan fenilalanin değerleri yakından izlenerek beslenebilirler. Yapılan çalışmalar yaşamın ilk yıllarında anne sütü alan fenilketonürili bebeklerde büyüme ve zihinsel gelişimin daha iyi olduğunu göstermektedir.

Bu hastalığın zamanımızdaki tek tedavi yolu fenilalaninden kısıtlı diyettir ve bu diyet tedavisinin aile, metabolik hastalıklarda uzmanlaşmış çocuk hekimi, diyet uzmanı ve laboratuar uzmanlarından oluşan bir ekip tarafından izlenmesi gerekmektedir. Tedaviye uymayan hastalarda zihinsel ve gelişimsel bozukluklar olabileceği için hasta sahibi olan ailelerin diyeti çok iyi öğrenmesi gerekmektedir. Annenin ilk çocuğu hastalıklı olarak doğmuş ise ikinci bebeğin daha anne karnında iken hasta olup olmadığının belirlenmesi yani anne karnında erken tanı mümkün olabilmektedir.


ROBERTS SENDROMU


ROBERTS SENDROMU
Roberts sendromu doğum öncesi ve sonrasında büyüme gecikmeler ile karakterize nadir bir genetik bozukluk (pre-ve postnatal büyüme geriliği) 'dir. Kafatası ve yüz (kraniyofasiyal) bölgenin farklı anormallikleri sonucu
Mental retardasyon oluşur .Bazı durumlarda;Normal zeka da rapor edilmiştir Roberts sendromu, kol ve bacaklarda eksik uzuv anormallikleri gelişmiş olabilir .


Roberts sendromu, ya da bazen pseudothalidomide sendromu denilen ağır prenatal geriliği veya bozulma hafif ile karakterize oldukça nadir görülen bir genetik bozukluktur hücre bölünmesi kafatası, yüz, kollar ve bacaklarda kemik malformasyon görülür.
Sendromu hem otozomal erkek ve kadın, ve hem de gen kopyalarının eşit sayıda vardır ki, çekinik çocuğun hem anne-babadan hasarlı genin kalıtımsal olması gerekir yani; Mutasyon yavaş veya düzensiz gerçekleşmesi hücre bölünmesi olur, ve anormal genetik içeriği ile hücreleri ölür. Roberts sendromu hem erkekleri hem kadınları etkileyebilir. Ölüm oranı çok etkilenen bireylerde yüksektir.

14 Ocak 2013 Pazartesi

Motor konuşma bozuklukları nelerdir?

Motor konuşma bozuklukları nelerdir?
Konuşma, ses, işitme, ağız-yüz düzeneği kullanılarak gelişen; kompleks bir nöral entegrasyon ve pek çok fizyolojik sistemin hızlı koordinasyonunu gerektiren duyusal ve motor bir süreçtir. Konuşmanın solunum, sesleme (fonasyon), rezonans, sesletim (artikülasyon) ve prosodi bileşenlerinden bir veya birkaçını etkileyen bir nöromotor sorunu ile ortaya çıkan konuşma bozuklukları motor konuşma bozuklukları olarak adlandırılmaktadır. Dizartri ve apraksi olmak üzere iki tip motor konuşma bozukluğu bulunmaktadır.

Dizartri nedir?
Merkezi Sinir Sistemi ve/veya Çevresel Sinir Sistemi ya da her iki sistem hasarına bağlı olarak, konuşma düzeneğini kontrol eden kaslarda spastisite, flaksidite, koordinasyon bozukluğu, paralizi sonucu konuşmanın solunum, sesleme, rezonans, sesletim ve prozodik özelliklerinin etkilendiği, dolayısı ile anlaşılabilirlik özelliğinin sınırlandığı bir motor konuşma bozukluğudur.

Dizartri hangi hastalıklarda gözlenir?

Dizartriye neden olan nöromotor sorunların kaynağı vasküler, travmatik, enfeksiyonel, neoplastik, metabolik v.b olabilir. Merkezi ve çevresel sinir sistemindeki farklı lezyon ve hasarlar farklı dizartri tiplerini meydana getirir. Dizartri terimi, alanyazında genellikle yetişkinler için beyin krizi (stroke), beyin travması gibi beyin hasarlarına bağlı olarak ortaya çıkan edinilmiş nörolojik/nörojenik konuşma bozuklukları karşılığında kullanılmaktadır. Çocukluk çağında gözlenen nöromotor konuşma bozuklukları serebral palsi ile ilişkilendirilmekte ve “gelişimsel disartri” olarak tanımlanmaktadır.

Dizartrinin görülebildiği hastalıklar nelerdir?

1. Serebrovasküler olaylar
2. Travmatik beyin hasarları
3. Tümörler
4. Serebral palsi
5. Progresif supranükleer palsi
6. Parkinson
7. Huntington hastalığı
8. Amyotrofik lateral skleroz
9. Multipl skleroz
10. Myastania gravis

Dizartri tipleri nelerdir?

1. Spastik dizartri: Üst motor nöron (ÜMN) lezyonu sonucu (Serebrovasküler Olaylar, Travma, Progresif Supranükleer Palsi gibi dejeneratif hastalıklarda) vital kapasitede azalma, tırmalayıcı, gergin, sert ses, düşük perde düzeyi, hipernazalite, açık net anlaşılmayan ünsüz üretimi, azalmış vurgu, bazen aşırı ya da aynı özellikte vurgu ve yavaş konuşmanın görüldüğü dizartri tipidir.

2. Flaksid dizartri: Alt motor nöron (AMN) lezyonu sonucu (Bulbar palsi, Myastenia Gravis, V., VII., X., XII. kraniyal sinir lezyonları) kas güçsüzlüğüne sekonder gelişen azalmış solunum desteği, solunum güçlüğü, çift taraflı lezyonlarda soluklu ses, duyulabilir soluk alma, diplofoni, azalmış perde ve şiddet düzeyi, afoni, hipernazalite ve nazal emisyon, açık net anlaşılamayan ünsüz üretimi, açık net anlaşılamayan çift dudak, diş-dudak, diş-ardı dil ucu ünsüzleri yada bu seslerin üretilememesi, prosodik yetersizlik, monoton konuşmanın görüldüğü dizartri tipidir.

3. Ataksik dizartri: Serebellar sistem lezyonlarında; düşük solukla konuşma, normal fonasyon ya da ses yüksekliğinde aşırı değişkenlik, ani patlamalar, çatlak, tırmalayıcı ses, tekseslilik/tek düzelik, net anlaşılmayan ünsüz üretimi, ünlü üretiminde bozulmalar, düzensiz sesletim, yavaş fakat hemen her heceye abartılı vurgu, uzatılmış heceler, her heceden sonra duraklamanın olduğu konuşma özelliklerinin görüldüğü dizartri tipidir.

4. Hipokinetik dizartri: Basal ganglia lezyonlarında (Parkinson Hastalığı) azalmış solunum desteği, fonasyonda soluksuz kalma, sertlik, tremor, ses şiddetinde azalma, bazı durumlarda hipernazalite, sesletim biçiminde değişiklik, palilali, tek perde, tek düze ses şiddeti, kısa kesik konuşmanın görüldüğü dizartri tipidir.

5. Hiperkinetik dizartri: Basal ganglia lezyonlarında; Myokloni, Tourette Sendromu, Enfeksiyon, Ballismus, Atetoni gibi durumlarda perde ve ses şiddetinde düzenli titreklik, tek perde ve perde kırılmaları, uzun aralıklarla söz öbekleri, değişken ranj ve monotonluk gözlenir. Distoni ve atetozda; zayıf solunum desteği, tırmalayıcı, gergin ses, işitilebilir inspirasyon, tekdüze ses, değişken ve azalan vurgu, konuşmada uzun duraklamalar, uygunsuz suskunluk gözlenirken Chorea’da ani zorlamalı soluk alma ve verme, ses yüksekliğinde aşırı değişkenlik, nefes nefese kalma, istemsiz hareketlere bağlı ses duraklamaları, konuşmada uzun duraklar, kısa öbeklerle konuşma ve monotonluk gözlenmektedir. Ayrıca, hipernazalite, değişken sesletim, net anlaşılmayan ünsüz üretimi ve ünlü bozulmaları hiperkinetik dizartrinin diğer özelliklerini oluşturmaktadır.

6. Karmaşık tip dizartri (Spastik-Flaksid): Amyotrofik Lateral Skleroz gibi üst ve alt motor nöron lezyonlarının görülebildiği hastalıklarda; zayıf solunum desteği, hipernazalite, net anlaşılmayan ünsüz üretimi, prosodik yetersizlik, azalan vurgu, monotonluk, ÜMN: tek perde, ıslak sesle birlikte tırmalayıcı, gergin ses; AMN: solukluluk, tek düze ses şiddetinin görüldüğü dizartri tipidir.

7. Karmaşık tip dizartri (Spastik-Ataksik): ÜMN ve cerebellar lezyonlarda (Multiple Skleroz) zayıf solunum desteği, bozulmuş ses şiddeti kontrolü, sert, soluklu ses kalitesi, bazen hipernazalite, bozuk yetersiz sesletim, yetersiz prosodi, azalmış vurgu ve bozuk perde kontrolünün gözlendiği dizartri tipidir.

Dizartri değerlendirilmesi nasıl yapılır?
Değerlendirmenin amacı tarama ve saptama, tanı koyma, müdahale yöntemini planlamadır. Değerlendirme, görüntüleme yöntemleri ile hasarlı yapıların ve işlevlerinin belirlenmesi, konuşma üretimine yönelik yapıların hareket ve işlevlerinin cihazlarla doğrudan gözlenmesi ve konuşma üretiminin algısal yönden değerlendirilmesine dayanır. Daha nesnel yargılara varabilmek için konuşmanın akustik özelliklerini değerlendirmek üzere bilgisayarlı ses analiz sistemlerinden (CSL), video ve ses kayıt cihazlarından yararlanılmaktadır.

Dizartri terapisinde temel hedefler nelerdir?
Terapide genel amaç; hastanın dil kullanımını, konuşma anlaşılırlığını, hızını, süresini, doğallığını, ezgisini ve prosodik özelliklerini yapabildiği en üst düzeye getirerek yaşam boyu iletişim aktivitelerine katılımını sağlamaktır.

Alternatif ve destekleyici iletişim sistemleri (ADİS) ne zaman gerekir?
İlerleyici olmayan ve akut dizartrilerde, ADİS hasta tekrar anlaşılır bir konuşmayla iletişim kurana kadar kullanılabilir. Kronik ilerleyici olmayan dizartrik bireylerde ADİS’in uzun zamanlı kullanımı gerekebilir. Dejeneratif bozukluklarda konuşmayı destekleme amaçlı başlayıp sonrasında iletişim için tek yol olarak kullanılabilir.

APRAKSİ

Apraksi nedir?
Herhangi bir güçsüzlük, akinezi, normal olmayan ton veya postür, bilişsel işlevlerde bozulmalar, anlamada azalma, koopere olamama gibi durumların haricinde, beceri gerektiren hareketlerin yapılamamasıdır. Motor agnozinin bir biçimidir.

Apraksi tipleri nelerdir?

1. Motor Apraksi: Deneyimle kazanılan kinetik formül bozulur.
2. Limb-Kinetik Apraksi: Hareketin hızı, akıcılığı, inceliği kaybolur. Sol frontal–anterior parietal/supplementer motor alan lezyonları veya premotor alan lezyonları bundan sorumludur. Tek taraflı olur ve lezyon çaprazındaki ekstremitede açığa çıkar.
3. İdeomotor Apraksi: Bir fikir, bir eylem dizgesine bağlı olarak motor dizgeyi harekete geçirme bozulmuştur. İnferior parietal lob lezyonları neden olur. Hastalar özellikle komut verildiğinde hareket dizisini yanlış gerçekleştirirler. Gerçek nesne ellerine verildiği zaman taklitle gösterildiğinden daha iyi yaparlar. Nesneden bağımsız olarak hareketleri gerçekleştirmede zorlukları vardır. Sol taraf lezyonlarında görülür. Bu tip aprakside hastanın kendisi veya diğerlerinin yaptığı bozuk motor performansın algılanışı da bozulur.
4. İdeatuar Apraksi: Eylemin nasıl yapılacağının mental şeması ve buna bağlı planı bozulur. Bu nedenle kompleks bir dizi hareketin sırası bozulur, tek tek yapılır, ancak peş peşe yapılması istendiğinde yapılamaz.
5. Yürüme Apraksisi: Mediyal frontal korteks lezyonlarında açığa çıkar. Bilateral subkortikal infarkt ve frontal lob medial kısmından çıkıp projekte olan liflerin ventrikül önünden geçerken hidrosefali nedeniyle gerilmeleri sonucu açığa çıkabilir.
6. Konuşma apraksisi (Sözel Apraksi): Dominant inferior frontal bölge sorumludur.

Konuşma apraksisi (Sözel Apraksi) nedir?
Yetişkinlikte ve çocukluk döneminde konuşmanın programlanmasına ilişkin motor bozukluktur. Yetişkin formu normal dil ve konuşma gelişimi sonrası gerçekleşir. Çocukluk çağı apraksik konuşma ise yapısal beyin hasarı sonucunda oluşur. Sensori motor konuşma bozukluğu olarak da tanımlanır. Sözcükleri üretmek ve istemli kas hareketlerini sağlayabilmek için gerekli merkezdeki motor planlama bozukluğudur.

Apraksik konuşma özellikleri nelerdir?
Sıklıkla sesletim problemleri görülür. Bunun yanı sıra fonasyon koordinasyonu, sıklığı ve/veya vurgu etkilidir. Hasta yetersizliğinin farkındadır, sözcük uzunluğu arttıkça sorun artar. Sesletim bozuklukları tutarlı değildir; tekrarlar, uzatmalar veya sözcük değişimlerinde varyasyonlar görülür. Ünsüzlerin sesletimi ünlülerden daha zordur, başlangıç ünsüzleri son ünsüzlerden daha zordur. Özellikle otomatik ve sık kullanılan sözcüklerde mükemmel sesletilen konuşma kısımlarına sıklıkla rastlanır.

Apraksi terapisinde genel amaç nedir?
Apraksi terapisinin asıl amacı, hastanın konuşma üretimini gerçekleştirmek için gerekli artikülatör hareketlerin istemli kontrolünü arttırmaktır. Apraksi çok ciddi bir düzeyde ise anlaşılır konuşma gerçekçi bir hedef olmayabilir. Bu kişiler için alternatif ve destekleyici bir iletişim sistemi geliştirmek daha anlamlı bir hedef olabilir.

7 Ocak 2013 Pazartesi

'Otizme neden olabilir'

'Otizme neden olabilir'



Sulardaki psikiyatrik ilaç artıklarının çok düşük miktarda olsalar bile özellikle genetik yatkınlığı bulunanlarda otizme neden olabileceği bildirildi.



Idaho State University School'dan bilim adamlarının Michael Thomas başkanlığında yaptığı, sonuçları PLoS ONE dergisinde yayımlanan araştırmada, balıklar üzerinde deneyler yapıldı. Bilim adamları, balıkların akvaryum suyuna, nehir, göl, deniz gibi sularda olduğuna yakın bir oranda, depresyon ve epilepsi tedavilerinde yaygın olarak kullanılan üç ilaç ekledi.


Bunun sonucunda balıkların beyninde, normal koşullarda otistiklerde etkili olan genlerin aktif hale geldiği görüldü.
Daha önce yapılan araştırmalar, belirli depresyon ilaçlarının, özellikle de SSRI (Selektif Seretonin Geri Alım İnhibitörü) grubundan ilaçların, çocuklarda otizme neden olabileceğini göstermişti. Hamileliklerinde bu tür ilaçlar kullananların çocuklarında otistik belirtilerin ortaya çıkması ihtimalinin daha yüksek olduğu tespit edilmişti.


Michael Thomas, psikiyatrik ilaçların sadece düşük miktardaki kalıntılarının dahi otizme neden olabileceğini görmelerinin kendilerini şaşırttığını belirtti.
Bilim adamları, sonuçların insanlar için de geçerli olabileceğini, çünkü ilgili genlerin aynı olduğunu kaydetti.

ANKARA (AA)

Gelişim ve Öğrenme

Gelişim ve Öğrenme

Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren öğrenmeye başlar. Büyümeyle birlikte yaşadıkları doğrultusunda çevreye uyum sağlayabilmek, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için davranışlarını değiştirmeye başlar. Yaşantı ve deneyimler sonucu oluşan davranışlardaki kalıcı değişiklik öğrenmedir. Henüz birkaç aylık bebekler bile ağlamanın ilgi çektiğini, ağladıklarında annelerinin onların karnını doyurduğunu öğrenirler. Bunun sonucunda isteklerini elde etmek için ağlamayı öğrenirler. Yaşamın ilk yılları beynin en hızlı geliştiği, gelişimin ve öğrenmenin hızlı olduğu zamandır. Son yapılan araştırmalar beyin gelişiminin en hızlı 0-3 yaş arası gerçekleştiğini göstermektedir. Özellikle yaşamın ilk yıllarında yeterli beslenme, ilgi, etkileşim ve uyaranların olması çocuğun gelişimi ve öğrenmesi için son derecede önemlidir. Bu yıllarda çocukla oyun oynamak, onunla bol bol konuşmak, ona yeterli ilgi ve sevgi göstermek gelişimi açısından gereklidir.
Öğrenme gelişim ve olgunlaşmadan bağımsız düşünülemez. Çocuk gelişim ve olgunlaşmasına bağlı olarak öncesinde yapamadığı şeyleri yapabilmeye başlar. Çocuğun becerileri basitten karmaşığa doğru ilerler. Önce basit olanı yapar, büyüdükçe ve geliştikçe daha zor ve karmaşık becerileri öğrenir. Çocuk başını tutar, sonra oturur, emekler ve yürür. Oturamayan bir çocuğu yürümeye zorlamak doğru değildir. Henüz kalemi tutup karalama yapamayan bir çocuğa harfleri yazmayı öğretmeye çalışmak da anlamsızdır. Kalem tutmayı öğrenip; karalama, boyama yapmayı öğrenen, yeterli olgunluğa gelen çocuk harfleri yazmayı öğrenebilir.
Çocuk bir çok açıdan gelişir. Gelişimi fiziksel, bilişsel, duygusal, sosyal ve dil gelişimi şeklinde değerlendirebiliriz. Çocuk bedensel olarak büyür; kilosu artar, boyu uzar. Çevresinde gördükleri, duydukları sonucu konuşma, duygu ve düşünceleri anlama ve ifade edilebilme gelişir. Bilişsel gelişim çocuğun nasıl düşündüğünü; duygusal gelişim duyguların farkındalığını ve yaşantılar sonucu çocuğun bu duygulara nasıl tepki verdiğini; sosyal gelişim ise çocuğun çevresiyle nasıl ilişki kurduğunu içermektedir.
Çocuklarda öğrenme ve gelişimi inceleyen psikolog Jean Piaget' ye göre öğrenme ve gelişim farklı aşamalarda değerlendirilir. Bütün çocukların düşünme biçimleri benzer özellikler göstererek gelişir. 0-2 yaş dönemine denk düşen zaman çocuğun dünyayı duyuları aracılığıyla algıladığı dönemdir. Çocuk duyarak, tadarak, dokunarak, koklayarak, görerek öğrenir. Bu dönemde bebeklerin ve çocukların objeleri ağzına götürmesi sıkça gözlenen bir davranıştır. Çocuk dünyayı, objeleri ağzına götürerek, atarak, düşürerek tanımaya çalışır. Önce çevresindekileri gözleriyle takip eder, sonrasında saklanan bir oyuncağın geçici olarak kaybolduğunu, aslında hala var olduğunu öğrenir. Bu dönemdeki çocukların en keyif aldığı oyunlardan biri cee-cee oyunudur. Biraz büyüdüğünde, 2-7 yaş aralığında çocuğun dili kullanmaya başlamasıyla sembol kullanımı başlar. Çocuğun yetiştiği ortamda ne kadar çok konuşuluyorsa , çocuğun konuşması da o kadar gelişir. Ona masal okumanın, birlikte şarkılar söylemenin dil gelişimine katkısı büyüktür. Bu dönem çocuğun soru sorarak öğrendiği dönemdir. Konuşmayı öğrenmeyle birlikte “Bu ne?” sorusunu sıkça sormaya başlarlar. Bu dönemde soruları cevapsız bırakmamak, tanıyabileceği yeni şeyler üretmek, öğrendiklerini uygulama fırsatları yaratmak, yeni bir şey öğrendiğinde bunu fark ettiğimizi ve buna değer verdiğimizi ona hissettirmek çocuğun öğrenmesini olumlu etkileyecektir. Bir sonraki dönemde çocuk öğrendiklerini tanımlayabilir, karşılaştırabilir, dünyayı algılamak için bazı genel kuralların olduğunu keşfeder. Çocuk daha önce oyuncaklarını renklerine, şekillerine göre ayırt etmeyi, gruplamayı öğrenmiştir. Ancak sınıflandırmayı daha sonra öğrenirler. Örneğin ilk önce kedi ve köpeklerin ayrı gruplar olduğunu anlar, ancak her ikisinin de hayvanlar sınıfında olduğunu anlama daha sonra gelişir. Önceleri sadece yetişkinler istediği için kurallara uyarken, bu dönemde kuralların anlamını anlamaya başlar. Bu dönemde çocuk daha çok görebildiği, dokunabildiği somut şeylerle öğrenir. Deneyerek ve sonuçlarını görerek öğrenme bu dönemde önemlidir. 11 -12 yaşa gelindiğinde sadece obje ve deneyimler değil, soyut kavramlar anlaşılmaya başlar. Ahlakı kuralları genelleyebilir, mecaz anlamlar, benzetmeler kullanabilir.
Öğrenme için uygun zamanı göz ardı etmemek gerekmektedir. Çocuğu hazır olmadığı bir takım bilgi ve becerileri öğrenmeye zorlamak da, belli beceri ve bilgileri öğrenebileceği en uygun zamanlarda uygun öğrenme ortamını hazırlamamak da çocuğun gelişimi açısından doğru değildir. Çocuğun yaşına ve becerilerine uygun uyaranlar seçmek, uygun öğrenme etkinlikleri sunmak önemlidir.
Etkileşim gelişim ve öğrenme için en önemli faktörlerden biridir. Çocukların taklit ederek, model alarak öğrendiği unutulmamalıdır. Çocuk çevresiyle ve insanlarla etkileşim olmadığında zor öğrenir, gelişemez. Özellikle yaşamın ilk yıllarında çocuğun gelişim ve öğrenmesinde anne babasının rolü çok büyüktür. Öğrenmeye elverişli bir ortam oluşturmak, çocukla yeterince etkileşimde olmak, gerekli ve yeterli uyaranları sağlamak, çocuğun öğrenme isteğini desteklemek çocuğun gelişimini ve öğrenmesini etkileyecektir.
Bütün çocuklar gelişimin genel çizgisinde ilerler. Ancak her çocuğun kendine özgü bir gelişim hızı ve tarzı olduğunu unutmamak gerekir. Bu nedenle çocuğun bireysel özelliklerini anlamaya çalışmak son derece önemlidir.



HEM BÜYÜYOR HEM ÖĞRENİYOR


Çocuklar dünyaya geldiği andan itibaren öğrenmeye başlarlar. Özellikle yaşamın ilk yıllarında çocuğunuza yeterli ilgi ve sevgiyi göstermek, öğrenmesi için gerekli temeli hazırlar. Bu ilgi ve sevgi korkulduğu gibi çocuğunuzu şımarık ve kendini beğenmiş bir hale getirmez. Tersine onun güven duygusunu, öğrenmek için merak ve isteğini arttıracak, çevresi ve diğer insanlarla daha iyi iletişim kurabilme becerisini geliştirecektir. Bunlar da öğrenme için temel gereksinimlerdir.
Henüz birkaç aylık bebekler bile ağlamanın ilgi çektiğini, ağladıklarında annelerinin onların karnını doyurduğunu öğrenirler. Bunun sonucunda da isteklerini elde etmek için ağlamayı öğrenirler. Son yapılan araştırmalar beyin gelişiminin en hızlı 3 yaşa kadar gerçekleştiğini göstermektedir. Bu yıllarda çocuğunuzla oyun oynamak, onunla bol bol konuşmak, ona yeterli ilgi ve sevgiyi göstermek gelişimi açısından gereklidir.
Çocuklar Nasıl Öğrenir?
Çocuğunuz büyüdükçe yaşadıkları doğrultusunda çevresine uyum sağlayabilmek, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için davranışlarını değiştirmeye başlar. Öğrenme; yaşantı ve deneyimler sonucu oluşan davranışlardaki kalıcı değişiklik olarak tanımlanabilir. Yaşamın ilk yılları beynin en hızlı geliştiği, gelişimin ve öğrenmenin hızlı olduğu zamandır.
Çocuklar çok farklı şekillerde öğrenirler. Öğrenme, çocuğunuzun aktif olarak katıldığı bir süreçtir. Yeni bilgi ve becerileri edinirken, sahip oldukları bilgi ve becerilerle bir araya getirirler. Bir yetişkinin planı doğrultusunda, okul ortamında öğrendikleri gibi günlük yaşamın her anında öğrenmeye devam ederler.
Hangi Yollarla Öğrenirler?
1 Çevreyi ve insanları izleyerek
2 Taklit ederek
3 Sebep-sonuç ilişkileri kurarak
4 Deneme- yanılma yoluyla
5 Benzerlikleri ve farklılıkları ayırt ederek
Bunlar çocukların nasıl öğrendiklerinin sadece bazı örnekleri. Ancak önemli olan anne baba olarak sizlerin çocuğu öğrenmeye teşvik etmesi, öğrenme isteğini desteklemesidir. Öğrenmesi için okulu beklememek, daha küçük yaşlarda onunla oyun oynayarak, konuşarak, ona masal okuyarak, merak ve isteklerini desteklemek gerekir.
Öğrenme elbette gelişim ve olgunlaşmadan bağımsız düşünülemez. Çocuklar gelişim ve olgunlaşmalarına bağlı olarak öncesinde yapamadığı şeyleri yapabilmeye başlarlar. Önce basit olanı yapar, büyüdükçe ve geliştikçe daha zor ve karmaşık becerileri öğrenirler.
Çocuklar önce başını tutar, sonra oturur, emekler ve yürürler.Oturmayı öğrenmeden çocuğunuza yürümeyi öğretemezsiniz. Henüz kalemi tutup karalama yapmayı bilmeyen bir çocuğa da harfleri yazmayı öğretemeyiz. Kalem tutmayı öğrenip; karalama, boyama yapmayı öğrendikten sonra harfleri yazmaya hazır olacaktır.
Çocuğunuzu hazır olmadığı şeyleri öğrenmeye zorlamak da , belli beceri ve bilgileri öğrenebileceği en uygun zamanlarda ona bu fırsatı sağlamamak da onun gelişimi açısından doğru değildir.
Çocuklar sadece fiziksel olarak büyümez. Gelişimi fiziksel, bilişsel, duygusal, sosyal ve dil gelişimi şeklinde değerlendirebiliriz. Boyu uzayıp, kilosu artarken, konuşması, düşünme biçimi, duyguları anlama ve bu duygulara karşılık verişi, çevresiyle ilişki kurma becerileri de gelişir. Bütün çocuklar aynı gelişim basamaklarında ilerler, bu basamaklarda benzer şekilde öğrenirler.
Çocuklar 2 yaşına kadar dünyayı duyuları aracılığıyla algılarlar. Duyarak, tadarak, dokunarak, koklayarak, görerek öğrenirler. Bu dönemde bebeklerin ve çocukların eşyaları ağzına götürdüğünü sıkça görürüz. Çocuk dünyayı , eşyaları ağzına götürerek, atarak, düşürerek tanımaya çalışır.
Biraz büyüdüğünde, konuşarak insanlarla ilişki kurmayı, çevresini tanımayı öğrenir. Yetiştiği ortamda ne kadar çok konuşuluyorsa , çocuğun konuşması da o kadar gelişir. Ona masal okumanın, birlikte şarkılar söylemenin dil gelişimine katkısı büyüktür. Çocuklar konuşmayı öğrenmeyle birlikte “Bu ne?” sorusunu sıkça sormaya başlarlar. Bu dönemde sorularını cevapsız bırakmamak , tanıyabileceği yeni şeyler üretmek, öğrendiklerini uygulama fırsatları yaratmak ,yeni bir şey öğrendiğinde bunu fark ettiğimizi ve buna değer verdiğimizi ona hissettirmek öğrenme isteğini arttıracaktır.
Okul hayatıyla beraber çocuklar, dünyayı algılamak için bazı genel kuralların olduğunu keşfederler. Önceleri sadece yetişkinler istediği için kurallara uyarken, bu dönemde kuralların anlamını anlamaya başlar.
Anne Babalara Düşen Görevler
1 Çocuğun öğrenme isteğini ve merakını desteklemek
2 Yeterli ilgi ve sevgiyi göstermek
3 Büyük ya da küçük yeni bir şey öğrendiğinde onu takdir etmek
4 Öğrendiklerini farklı ortamlarda uygulama fırsatları yaratmak
5 Onunla bol bol konuşmak
6 Sabırla ona neyi nerede yapacağı ya da nasıl yapacağı konusunda yol göstermek
7 Doğru tutum ve davranışlarla ona model olmak
Çocukların taklit ederek öğrendiğini unutmamalıyız. Tek başına bırakılmış, ilgi gösterilmeyen, konuşulmayan, çevresinden kopuk büyüyen bir çocuk zor öğrenir, gelişemez. Özellikle yaşamın ilk yıllarında çocuğun gelişim ve öğrenmesinde anne babasının rolü çok büyüktür. Öğrenmeye elverişli bir ortam oluşturmak, çocukla yeterince ilgilenmek, çocuğun öğrenme isteğini desteklemek çocuğun gelişimini ve öğrenmesini ve başarısını etkileyecektir.
Bütün çocuklar aynı süreçlerden geçer, benzer şekilde gelişirler. Ancak her çocuğun kendine özgü bir gelişim hızı ve tarzı olduğunu da unutmamak gerekir. Çocuğumuzdan beklentilerimiz, onun yetenekleri ve başarabileceklerinin üzerinde olmamalıdır. Çocuğun; bireysel özelliklerini anlamaya çalışmalı, güçlü ve zayıf yanlarını iyi bilmeliyiz. Ancak bu şekilde öğrenme sürecinde ona doğru yol gösterebiliriz.
Psikolojik Danışman Deniz Çağlı Günim

SEREBRAL PALSİ (CP)



SEREBRAL PALSİ (CP)

Doğum öncesi, doğum sırasında yada doğum sonrası herhangi bir nedenle beynin hasar görmesi sonucu oluşan motor (ve bazı durumlarda mental) bozukluktur. SP adale sertliğinde bozukluk, anormal, postür( duruş bozukluğu ) ve bozuk hareket görünümüyle karşımıza çıkar. SP gelişimsel bir bozukluktur. Motor fonksiyonlarda bozukluğun yanında, duyu bozuklukları,(sensorial disfonksiyon), gözde kayma, titreme (nistagmus) gibi bozukluklar zeka geriliği ( mental retardasyon ), davranış bozuklukları, öğrenme güçlükleri, dil-konuşma bozuklukları ve ağız diş problemleri de görülebilir.
Beyinde motor bölgenin ( kol-bacakların tam kullanımı, yürüme, yemek yeme, merdiven çıkma gibi günlük yaşamı sürdürmeye yarayan hareket yeteneğini sağlayan beyin bölgesi) gelişimi 7-8 yaşlarında tamamlanır. Hamilelik döneminin başlangıcında 7-8 yaşlarına kadar beyinde oluşabilecek herhangi bir problem bu bölgenin fonksiyon bozukluğu olarak karşımıza çıkar. Ortaya çıkan tablo ise serebral paralizi olarak adlandırılır.
 
SP' de beyin hasarı ilerleyici değildir. Fakat ortaya çıkan sorun ömür boyu devam eder. SP'nin görülme sıklığı hakkında çok net bilgiler olmamakla birlikte, ABD' de ölçülen oranlar dünya geneli için bir kıyaslama imkanı verebilir. ABD'de toplam nüfusun %0.2' si (1000' de 2) SP' lidir. Buna göre ABD' de yaklaşık 1.000.000 SP'li vardır. Bu rakama her yıl 5000-7000 bebek eklenir. Ülkemizde ise bu konuda yeterli ve güvenilir bir istatistik olmamakla birlikte, toplam nüfus içerisindeki SP'li oranının %0.166 ( 600' de 1 ) olduğu tahmin dilmektedir. Buna göre Türkiye' de yaklaşık 700000 SP'li bulunmaktadır.
Türkiye de oranların fazla olması akraba evlilikleri, hamilelik döneminde geçirilen hastalıkların fazla olması ve bakım şartlarının yetersizliği, doğum şartlarının olumsuzluğu, bebek bakım hizmetlerinin yetersizliği, ilk çocukluk yıllarında bebeklerde bulaşıcı ve ateşli hastalıkların fazlalığı ve beslenme yetersizliği gibi sebeplere bağlanmaktadır.
Serebral paralizin sebepleri:
Doğum öncesi nedenler:
· Genetik durumlar
· Hamilelik döneminde geçirilen enfeksiyonlar
· Rubella, herpes
· Bebeğin anne karnında oksijensiz kalması
· Plesentanın gelişim bozukluğu yada erken ayrılması
· Rh uyuşmazlığı ( eritroblastosis fetalis, hemolitik anemi, hiperbilirübinemi )
· Metabolik hastalıklar ( diabetes mellitus, hamilelik toksemisi )
· Gelişimsel bozukluklar ( vasküler yada iskelet yapıda )
· Beslenme bozuklukları
· Sigara, alkol yada madde bağımlılığı
· Annenin enzim veya L-Dopa tedavi görmesi
· Akraba evlilikleri
· Annenin aldığı ilaçlar
· Hamilelik döneminde geçirilen tıbbi müdahaleler
Doğum sırasında oluşan nedenler
· Zor doğum (anoksi), plesentanın erken ayrılması, uzayan doğum
· İlaç sedasyonuna bağlı asfiksi nedeniyle beyin kan damarında kompresyon ve yırtılma
· Prematüre (erken doğum), postmatüre (geç doğum )
· Kordon komplikasyonları
· Gelişmiş anomalileri ( makat doğum, ayaktan geliş )
· Forseps yada vakumla doğum
Doğum sonrası ( post - natal ) nedenler:
· Düşük doğum kilosu
· Vasküsler hadiseler ve kafa içi kanama
· Kafa travması
· Ensefalopati
· Toksik durumlar
· Kardiak arreste bağlı anoksi
· Nöbetler ( konvülzyon, epilepsi )
· Tümör
· Viral ve bakteriyal beyin enfeksiyonları
· Sarılık ( Hiperbilirübinemi )
· Menenjit
Spastik SP :
Spastisite, en genel anlamda, kas sertliği yada pasif harekete direnç olarak tanımlanabilir. Kasların normal yapısındaki değişiklik ve sertlik hareketlerin de etkilenmesine ve zor yapılmasına neden olur. Aşırı spastisite zamanla iskelet yapı üzerinde bozukluklara ve postürün (duruşun) bozulmasına yol açar. Bunun yanı sıra oturma, ellerin kullanılması, yürüme gibi fonksiyonel aktiviteleri de olumsuz etkiler. Spastik tip SP'nin en yaygın tipidir. Spastik çocuk, SP teşhisi altında etkilenen vücut kısmına göre tanımlanır.

Hemiplejik tip SP:
Bu tipte vücudun bir tarafındaki kol, gövde ve bacak etkilenir.

Diplejik tip SP :
Bu tipte her iki bacak spastisitesi kollardan daha fazladır. Bacaklar birbirine sıkışıktır. Parmak ucuna basma sık görülür.

Kuadriplejk SP :
Bu tipte ise tüm vücut etkilenmiştir. Baş kontrolünün yetersizliği, ellerin yumruk şeklinde bacakların çapraz tarzda durması yaygın bir görüntüdür.

Atetoid SP :
Kontrolsüz hareket olarak tanımlanabilir. Çocuğun bacak, kol, el veya yüzünde istemsiz hareketler oluşur. Bu tipte kaslarda ani değişiklikler oluşur. Kaslar çok gevşek durumdan çok sert bir duruma geçebilirler. Bu da hareketlerin koordineli yapılmasını engeller.

Ataksik SP :
Dengeyi korumada bozukluk vardır. Baş kontrolünün zayıf olması, gövde dengesinin sağlanamaması nedeniyle gelişim yavaştır ve yürüme çok geç sağlanır.

Serebral paralizi' nin erken teşhisi
İnsan sağlığının söz konusu olduğu tüm durumlarda olduğu gibi, SP 'li vakalarda da teşhis ve yapılacak tedavi için mutlaka bir uzman kuruluşa başvurulmalıdır. Ancak bebekte ortaya çıkabilecek ilk belirtilerin aile tarafından da kolayca gözlenebileceği de unutulmamalıdır. SP'li vakalarda fizik tedavi ve rehabilitasyonun başarısı için erken teşhis çok önemlidir.

SP nasıl erken teşhis edilir ?
Aileler bebeğin gelişiminde en ufak bir gecikme yada sapma gördüğünde, yada aşağıdaki belirtileri gözledikleri durumda derhal doktora başvurmalıdır.
SP'nin habercisi olabilecek erken belirtiler :
1 aylık bebekte ;
· Sürekli ağlama
· Emme bozukluğu
· Israrlı ve sürekli kusma
· Çevresinden gelen uyarılara cevap vermeme
· Havale ( Konvülzyon )
2 aylık bebekte ;
( yukarıdakilere ek olarak) ;
· Bulunması gereken reflekslerin kaybı
· Kaslarda aşırı sertlik yada gevşeklik
3aylık bebekte ;
· Gözde kayma, titreme
· Bebeğin sırtüstü, baş ve topuklar üzerinde yay gibi sert bir şekilde durması
· Bebeğin gülmemesi, annenin yüzüne bakmaması
4 aylık bebekte:
· Baş kontrolünün olmaması
· Gözde odaklaşmanın sağlanamaması
· Elin yada ellerin beş parmak içte kalacak şekilde yumruk halinde tutulması
· Kaybolması gereken reflekslerin devam etmesi
8 aylık bebekte ;
· Dönme ve oturma aktivitelerinin olmaması
· El-göz koordinasyonunun yokluğu
· Tekme atarken iki bacağın birlikte atılması
· Bebeğin bacaklarını uzatarak oturduğu pozisyonda vücudunun öne eğilmesi, bacakların birbiri üzerini binmesi
10 aylık bebekte ;
· Emeklemenin olmaması yada her iki ayağın birden çekilerek, sıçrar tarzda emekleme
· Ayağa kalkmada zorluk
· İsmi ile çağrılınca tepki vermemesi
· Ağızdan salya akması
· Verilen yiyeceği ağzına almaması yada ağzına götürememesi
1 yaşındaki bebekte;
· Tutunarak yürüyememesi
· Parmak ucuna basarak yürüme
SP, tıbbi yaklaşım ve rehabilitasyon yaklaşımı olarak iki yönlü ele alınmalıdır;
Tıbbi yaklaşım : Teşhisle başlar. SP teşhisi pediatrik nörolog başta olmak üzere, ilgili hekimler tarafından konulur. Teşhiste yardımcı olmak üzere EEG ( elektro ensefalografi ) EMG ( elektromyografi ), SEP ( somatosensoryel evoked potansiyel ), VEP ( visuel evoked potansiyel ), MR gibi ileri tetkiklerden yararlanılabilir.
SP'li hastada direk SP' ye yönelik etkin bir ilaç yoktur. Ancak hastalıkta seyreden konvülsiyon ( havaleler ) ve epilepsi için yaygın şekilde ilaç kullanılmaktadır. Bunun yanında kaslardaki aşırı sertliliği önlemek için de bazı ilaçlar kullanılmaktadır.
Rehabilitasyon yaklaşımları : SP' li çocukta bir çok sorun bir araya gelerek aile ve çocuk için yaşamı güçleştirir. Bu nedenle problemlerin iyi bir şekilde tanımlanması çok önemlidir. Ancak bilimsel ve bilinçli yaklaşım SP' li çocuğun daha bağımsız bir yaşama kavuşmasını sağlayabilir. SP'li çocuğun klinik tablosu, SP' nin nedenine, lezyonun şiddetine, şekline ve diğer komplikasyonların olup olmadığına bağlı olarak çocuktan çocuğa farklılık gösterir. Bu nedenle her çocuğun tedavi ve rehabilitasyon programı farklılık içerir. SP' li çocuklarda görülen problemlerin en aza indirilmesi ve onların topluma kazandırılması çok yönlü bir rehabilitasyon programı ile sağlanabilir. Ailenin eğitiminden, çocuğun fiziksel çevresinin düzenlenmesine kadar bir dizi sorun hesaba katılmak ve rehabilitasyonun alanı içine dahil edilmek zorundadır.

SP' li çocukta rehabilitasyonun amaçları:
· Çocuklarda görülen hareket bozukluklarını en aza indirmek
· Oluşabilecek kas-iskelet sistemi bozukluklarını önlemek, duruş bozukluklarının oluşmasını engellemek
· Günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız davranabilmeyi sağlamak
· Yardımcı araç, gereç ve cihazları belirlemek
· Eğer SP tablosuna eşlik eden, görme, işitme, konuşma ve zeka problemleri varsa bunların en aza indirilmesini sağlamak
· Aile eğitimi vermek ve SP 'li çocuğun eğitimi konusunda aileye yol göstermek
· SP' li çocuğun yaşayacağı imkanların düzenlemesini yapmak
Rehabilitasyon ekibi :
Fizik ve tedavi ve rehabilitasyonun her alanında olduğu gibi, SP'li çocukların rehabilitasyonu bir ekip tarafından yürütülür. Bir SP rehabilitasyon ekibinde şu uzmanlar yer alır.
· Doktor ( pediatrist, nörolog, ortapedist, pediatrik cerrah, çocuk psikiyatristi, beyin cerrahı, kulak burun boğaz uzman, FTR uzmanı.... hastalığın klinik yapısına göre bunlardan biri yada birkaçı )
· Fizyoterapist
· İş - meşguliyet terapisti
· İşitme konuşma terapisti
· Psikolog
· Çocuk gelişim uzmanı
· Odiyolog
· Özel eğitim uzmanı
SP de rehabilitasyon programı :
· Egzersiz tedavisi
· Ortez ( cihaz ) uygulamaları
· Ev programı ve aile eğitimi
· El- göz koordinasyonu sağlaması
· Uygun yardımcı araç gerecin belirlenmesi
· Yemek yeme, giyinme, oyun aktiviteleri gibi aktivitelerin eğitimi bileşenlerinden oluşur. Tüm bu uygulamalar, özellikle egzersiz uygulamaları deneyimli fizyoterapistler tarafından yapılmalıdır.
Bilinmesi gereken en önemli şey SP tedavi ve rehabilitasyonunun çok uzun bir süreç olduğudur. Bebeğin büyümesi ile birlikte rehabilitasyon uygulamaları da devam eder.
Rehabilitasyon çocuk bağımsız ( yada en az bağımlılıkla ) yaşama yeteneğini kazanana kadar devam etmelidir. SP ' li çocuklar da diğer çocuklar gibi gelişebilir. SP fiziksel bir özürdür. Az oranda zeka yetersizleri, görme, konuşma, işitme ve algı bozuklukları fiziksel özüre eşlik etse de ilerleyici değildir. Bilinçli bir yaklaşım ve etkili rehabilitasyon ile yetersizlikleri en aza indirgemek mümkündür.
Rehabilitasyon sürecinde dikkat edilmesi gereken önemli noktalar
Egzersizler aile tarafından öğrenilmeli ve evde tekrar edilmelidir. Egzersizler çok uzun ve sıkıcı olmamalıdır. Oyun aktiviteleri ile birleştirilerek yaptırılmalıdır. SP' li çocuklarda mental ve duyusal engeller yüzünden genellikle yetersiz olan iletişim kurma yeteneğini arttırmak için sesli ve renkli oyuncaklar yada objeler kullanılmalıdır. SP 'li çocuğun kontrolü en az 3 ay aralıklarla, pediatrik nörolog, pediatrist, gerekirse ihtiyaç duyulan uzmanlık alanlarındaki hekimler, fizyoterepist, iş meşguliyet terapisti, odiyolog, çocuk gelişim uzmanı psikolog tarafından yapılmalıdır. Normal çocuk gelişimi izlenerek, SP' li çocuğun bu gelişimi yakalaması için ailenin çaba göstermesi gerekir. Ancak SP li bir çocuğun sınırlılıkları iyi bilinmesi, normal bir çocukla kıyaslanmamalıdır. Fakat SP li çocukta gelişimi sağlayabilmek için de erken yaşlarda başlayarak dil ve sosyal gelişim üzerinde durulmalıdır. SP li bebeklerin taşınması terapistin gösterdiği şekilde destekli ve çevre iletişimini sağlayacak şekilde yapılmalıdır. Oturma, emekleme, ayakta durma gibi motor gelişim aşamaları terapistin uygun gördüğü zamanlarda başlatılmalıdır. SP'li çocuğun beslenmesi sırasında uygun oturma ortezleri ( yardımcı cihazlar ) ve destekli sandalye kullanılmalıdır. SP'li çocuğun etkilenme tipine göre beslenme şekli de değişecektir. Bu konu da bir diyetisyenden bilgi alınmalıdır. Beslenme sürece sıvı yiyeceklerden katı yiyeceklere doğru ilerlemeli, beslenme pozisyonları terapistten uygulamalı olarak öğrenilmelidir. SP' li çocuk mümkün olduğunca uygun bir kaşık ile beslenmelidir. Okul çağına gelen çocuklar fiziksel özürlerine rağmen özel bir eğitim kurumunda eğitime başlatılmalıdır. Zeka problemi, algılama problemi, olan çocukların eğitimi için özel eğitim uzmanlarının yardımı şarttır. Yürümeye başlayacak SP' li çocuklarda değişik psikolojik bozukluklar oluşabilir. Aile ve çevreyle uyumda zorlanan çocuklar için psikologlardan yardım alınmalıdır. SP' li çocukların evde sürekli bakıcılar yada ebeveynlerle kalmaları doğru değildir. Normal çocuklarla da iletişim kurabileceği ortamlar olmalıdır. Havale ( konvülsiyon ) geçiren çocuklar için muhakkak pediatrik nöroloğa baş vurmalıdır. SP li çocuklar aşırı koruma altına alınmamalı ve yapabilecekleri aktivitelere fırsat tanınmalıdır.